Yazdır

İşçi sınıfına ve devrimci kamuoyuna,

Son on yılda dünya çapında meydana gelen ve günümüzde de tüm hızıyla süren değişim ve gelişmeler dünya ve Türkiye komünist hareketi içinde varolan statükoları sarsmış, hemen her tarafta bölünme, parçalanma ve ayrışma süreçlerine yol açmıştır.

“Dünya değişiyor” sözü, bu dönemde, dünya ve Türkiye komünist/sosyalist hareketi ve bu arada partimiz Türkiye Komünist Emek Partisi içinde de bir moda olarak kullanılmaya başlandı. Artık, en ufak bir politik ve örgütsel olayı açıklamakta bile bu “moda” sözcük kullanılır oldu.

Gerçekten de dünyanın değişimi nesneldir, gerçektir, somuttur. Bu nesnelliği, gerçekliği ve somutu göremeyen bir komünist, komünist adına layık olamaz. Ancak, bu objektif koşullara boyun eğen bir kimse de devrimci olamaz. Çünkü, Marx, Engels ve Lenin’in tüm düşüncesinin temelinde yatan olgu, yalnızca nesnelliği görüp ortaya koyma değil, onu değiştirebilme yetenek ve iradesini gösterebilmektir. Bu anlamda, her zaman olduğu gibi, bugün de sorun şu şekilde karşımıza çıkmaktadır: Kapitalist dünyaya, burjuva dünyasına, reformistlerin dünyasına adepte mi olacağız, yoksa bütün yanlarıyla görüp kavradığımız bu dünyayı değiştirmek için üstün bir yetenek ve irade gücünü ortaya koyarak işe girişecek miyiz? Bu sorunun yanıtı reformist-oportünistlerle devrimci komünistler arasındaki ayrımı en açık ve net bir biçimde ortaya çıkarmaktadır.

Dünya komünist hareketinin en önemli bölümünü oluşturan sosyalist ülkelerin komünist partilerinde yönetimi ele geçiren reformistler bu soruya ilk şıktaki yanıtı vererek sosyalizmin kazanımlarını bir bir ortadan kaldırmaya başladılar. Sosyalizmi, zaaflarından arındırarak adım sürekli olarak KOMÜNİZME yöneltmek gerekirken, bu reformistler sosyalizmin kazanımlarını yoketmeye giriştiler. Ama bu reformist güçlerin üstlendikleri onursuz görevi yerine getirmeye güçleri yetmeyecektir! Bununla birlikte bu gerici girişimin kapitalist ülkelerdeki komünist partilerini etkilemediğini söylemek mümkün değil.

Bu etki çok geçmeden Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde kendini göstermeye başlamıştır. Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde tamamen açığa çıkan ve kendini en açık biçimiyle TBKP’de somutlayan reformizm, ideolojik-politik eğilim olarak partimiz TKEP içinde de kendini açığa vurmuştur. Bu bağlamda, devrimci kamuoyuna “demokratik halk devrimi mi sosyalist devrim mi” biçiminde yansıyan programatik görüş ayrılıkları gerçekte çok daha derin köklere sahiptir. TKEP içindeki görüş ayrılıkları henüz bir programatik görüş ayrılığı düzeyinde ortaya çıkmadan çok önce “Birlik Politikaları” ve “Partinin, yaşamını legal temellerde mi, illegal temellerde mi sürdüreceği” konusunda başlamış; bu temel politikalardaki görüş ayrılıkları giderek programatik ayrılıklar düzeyine varmıştır.

Günümüzde TKEP’teki sağ eğilim ve reformizmin esas baş çekiciliğini “merkez” yapmaktadır. “Merkez” sözümona reformizme karşı olduğunu açıklamış ancak, pratikte reformizmle kol kola yürümüştür. Aynı şekilde “merkez”in birlik politikaları (gerek komünist hareketin birliği, gerekse eylem birliği) sağ reformist güçlerle birlik olarak sürmüştür. Öte yandan, 80’li yılların ortalarına doğru ortaya atılan ve gelişmeler sonucunda nesnel temelleri ortadan kalkan “BİRLEŞİK YASAL SOL PARTİ” politikası “merkez” tarafından TKEP’in legaliteye çıkarılması politikasına dönüştürüldü. Tüm bunların yanında “sosyalist devrimi” savunmakla “sol” bir konuma yönelir gibi görünen “merkez” özünde bize burjuva demokrasisi için mücadele etmemizi öneren sağ görüşlerle aynı noktada buluşmuştur. Kısacası “merkez” sürekli biçimde sağa yönelmeyi bir politika haline getirmiştir.

Oysa ki, 12 Eylül askeri faşist diktatörlüğünün bastırdığı devrimci durum, belli bir aradan sonra tekrar ortaya çıkmaya ve sürekli olarak olgunlaşmaya başlamıştır. Devrim sorununa daha çok teorik açıdan yaklaşılan devrimci durumun bastırıldığı dönemin tersine, bugünkü koşullarda, devrim sorununa pratik-politika düzleminden yaklaşmak zorunludur. Çözüm önerilerimiz ve politikalarımız, emek-sermaye çelişkisi temelinde süregelen sınıflar mücadelesini etkileyip yönlendirerek devrim mücadelesinin kanallarına akıtmaya yönelik olmalıdır.

Bu nedenle, özellikle böylesi bir devrimci ortamda, KESİNTİSİZ olarak sosyalizme varacak olan Demokratik Halk Devrimi ve Demokratik Halk İktidarı stratejisi etrafında nasıl ve kimlerle birlikte yürüneceği sorusunun yanıtı büyük bir açıklık ve netlikle verilmelidir. Partimiz bu ZORA DAYALI DEVRİM stratejisini, illegal temellerdeki yapısını koruyup güçlendirerek ve reformizmle yolunu ayırıp devrimci güçlerle yürüyerek, yaşama geçirmek için bütün enerji ve yeteneklerini seferber etmek göreviyle karşı karşıya gelmişken “merkez”in reformist politikalarıyla karşılaşmıştır.

Partideki görüş ayrılıkları Leninist tipte parti anlayışı üzerine farklı yaklaşımları kapsayarak daha da boyutlandı. “Merkez” önce TKEP II. Kongresinin düzenleyerek bir kere daha onayladığı TKEP PROGRAMInı çiğneyerek, daha sonra, Parti Programını savunan Parti Organlarını feshederek Partinin yapısında varolan Leninist DEMOKRATİK MERKEZİYETÇİLİK ilkesini çiğnemiş yerine ilkesizliği ve keyfi davranışı geçirmiştir. Bunu yapmakla “merkez” kendini TKEP’in ulaştığı Leninist Parti anlayışının gerisine düşürmüştür. Kısacası Partinin ideolojik-programatik tasfiyesiyle başlayıp örgütsel tasfiyeyle süren tasfiyecilik “merkezin” temel politikası haline gelmiştir.

Buna karşılık, İSTANBUL PARTİ ÖRGÜTÜ ve KOMSOMOL içindeki Parti Organları TKEP’in devrimci değerlerinin esas savunucuları oldular. Ve şimdiye kadar ortaya koydukları görüş ve çalışmalarında bunu somutlaştırdılar. Bu yönüyle, İstanbul Parti Örgütü ve Komsomol içindeki Parti Organları DEVRİMCİ TKEP’i temsil ediyorlar.

Partinin bu devrimci kanadı, partinin ideolojik-programatik çizgisinin devrimci yapısını korumak, partinin örgütsel birliğini bozmadan devrimci çizgiyi tekrar egemen kılmak için parti içi mücadelenin tüm meşru yollarını denedi. Bu çerçevede İstanbul İl Örgütünün yaptığı Genişletilmiş İl Toplantısı ve İstanbul İl Konferansının “eylem birliğini bozmadan kongreye varmalı” biçimindeki ısrarlı talebine “merkez” Parti Örgütünün iradesini çiğneyerek ve tam bir tüzük dışı yöntemle yanıt verdi. Bunu yapmakla “merkez” birlikte kongreye ulaşma koşullarını ortadan kaldırmış oldu.

Kendi oportünist-reformist çizgisine karşı mücadele eden organ ve kadroların konumlarını ortadan kaldırmayı ve etkisiz hale getirmeyi geçerli yol olarak kabul eden “merkez” parti içi mücadelenin tüm yollarını tıkamış, olanaklarını ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle, gelinen bugünkü noktada, TKEP’in temel devrimci değerini omuzlayıp götürmek ve devrimin önümüze koyduğu tarihi görevi üstlenmeyi devrimci olmanın, komünist olmanın gereği sayıyoruz.

Şimdiye kadar devrim ve parti yararına koyduğumuz görüşler, her seferinde, parti “yasaları” ileri sürülerek engellendi. MK, parti tüzüğünü devrim yararına kullanmak yerine, kendi siyasal muğlaklıklarını örten bir araç olarak kullandı. Tüzük, bu “siyasal muğlaklığı” yaratan, programımızı ve taktiklerimizi yok sayanların korunması doğrultusunda işletildi. İşte bu noktada yüksek sesle şunu söylüyoruz: Devrim ve parti yararına olan yasa en büyük yasadır. Biz yalnız ve yalnızca bu yasaya uyarız.

“Merkez” sağa yönelerek kendini partinin temel ideolojik-programatik hattından ayırmıştır. Partinin Leninist kanadı olarak bizler de, partimizin mücadelesinde devrimci düşüncelerimizle çelişkili olan tüm oportünist politikalardan, giderek bir çizgiye dönüşmeye başlayan oportünist politikanın kilometre taşları olan “TKP ile birlik kararı” (1983), “Sol Birlik kararı” (1984), “Burjuva reformist partiler içinde çalışma kararı” (1984), “Kuruçeşme Platformuna katılmak kararı” (1989), “Özgürlük kampanyasına katılma kararı” (1989) gibi temel politikaları “merkezin” ideolojik-politik yapısının somut kanıtları olarak görüyor, kendimizi bu politikalardan tamamen arındırıyoruz. “Merkezi” bu politikaları ve yeni çizgisini kabul ettirmek için başvurduğu hile, yalan ve ayakoyunları gibi yöntemleriyle baş başa bırakıyoruz. 1900’lü yılların başlarından itibaren burjuva kökenli sosyalist aydınların taşıdığı mücadele bayrağı, bugün gerçek sahibine, DEVRİMCİ PROLETARYAnın eline geçiyor. Yaklaşık 80 yıl boyunca kimi zaman Kemalizm, kimi zaman oportünizm, kimi zaman da “sol” sapma görüşlerin sahibi irili ufaklı yüzlerce grup, örgüt ve partilerce SOSYALİZM işçi sınıfına taşınmıştır. Esas olarak son onbeş yıl içinde hem sosyalizme tanışan hem de sınıf mücadelesinin pratiği içinde geçen; mücadele kapasitesi, örgütlenme yeteneği yüksek bir DEVRİMCİ PROLETER kuşak yetişmiştir. Sosyalist mücadelenin öncüsü artık mücadele bayrağına sahip çıkıyor. Sosyalizm mücadelesinin bu sınıfsal uğrağını ve diyalektiğini kavrayamayanlar politik iflastan kurtulamazlar.

Sınıflar mücadelesinin bugünkü noktasından sonra artık ne sosyalizm ne de işçi sınıfı hareketi birbirinden ayrı olarak yollarına devam edemezler. Devrimci proletaryaya dayanmayan bir hareket sosyalizm adına layık olamayacağı gibi, düşünsel ve eylemsel olarak ÇORAKLAŞMAKTAN kurtulamaz. Buna karşılık modern sosyalizme bütünleşmeyen devrimci işçiler ideolojik olarak burjuvazinin etkisi altında kalıp zamanla YOZLAŞMAKTAN kendilerini kurtaramazlar. Zorunlu ve doğru olan modern sosyalizmin, devrimci proletaryaya dayanması ve devrimci proletaryanın da modern sosyalizme bütünleşmesidir. Geçmekte olduğumuz sürecin temel karakteri budur.

Mücadele bayrağını devralmak, komünist parti içinde temel çekirdek olmak, devrimci proletaryaya yeni görevler yüklüyor: şimdiye kadar elde edilen tüm ileri değerleri özümlemek, sınıfsal süzgeçten geçirmek ve gerçek öncü olmak!

Bir dönem kapandı. Devrimci proletarya artık yeni bir çığır açıyor!

TKEP/Leninist Merkez Komitesi

1 Eylül 1990