Aşağıdaki metin, Dünya Antiemperyalist Platformu'nun Dakar'da düzenlediği uluslararası konferansta yapmış olduğumuz konuşmanın metnidir.
Amilcar Cabral’ın, Nkrumah’ın, Ahmet Sekou Toure’nin, Thomas Sankara’nın ve diğer devrimci önderlerin bayrağının bugün yeniden yükseltildiği, antiemperyalist dalganın yükseldiği Afrika’dayız. Kendi devrimci geçmişinden öğrenen, yeniden ayağa kalkan tüm devrimci dostlara selam olsun!
Yoldaşlar,
Olağanüstü hızla ilerliyor her şey. Yılların, hatta on yılların gelişmeleri artık günlere, saatlere sığıyor. Dünyamız çatışmalar ve savaşlar sarmalına tutuldu. Savaş yangını yayılıyor. Emperyalist caniler, yıkılıp gitmekte olan düzenlerini bir parça daha ayakta tutabilmek için, tarihin çarkını yavaşlatabilmek için korkunç saldırılar gerçekleştiriyor.
Ancak, tarihin yürüyüşünü hiçbir şey durduramaz! Büyük acıların, göz yaşlarının arasından kopup geliyor gelecek güzel günler: Yeni bir dünya doğacak / Bugüne kadar bir hiçtik, bundan sonra her şey biziz!
Batı Asya (Ortadoğu) Yangını Büyüyor
Filistin’de aralıksız devam eden soykırım, artık tüm bölgeyi ateşe atan bir savaşa evriliyor. Siyonist varlık, emperyalist planlar doğrultusunda yangını pervasızca yayıyor. Batı Asya (Ortadoğu) büyük bir hızla bölgesel bir savaşa sürükleniyor.
Çatışmalar hızla Lübnan’a sıçradı. Emperyalist teknoloji firmalarının ve emperyalist istihbarat servislerinin işbirliği ile gerçekleştirilen terörist saldırıların ardından yoğun hava bombardımanları ve suikastlara tanık olduk. Ardından Nasrallah’ın öldürülmesiyle İsrail’in pervasızlığı boyutlanmışken, İran’ın geciken misillemesi gerçekleşti. Hava birden tersine döndü. İsrail’in kırılganlığı, vurulabilir ve cezalandırılabilir olduğu gerçeği 7 Ekim 2023'ten sonra bir kez daha görüldü. Bugün hem ABD-NATO emperyalizminin, hem de siyonist rejimin böylesine üst perdeden saldırmaktan, yakıp yıkmaktan bahsediyor oluşu, onların yumuşak karınlarının tüm dünya tarafından görünür hale gelmesinden kaynaklanıyor.
Şimdi hem ABD-NATO, hem faşist Netanyahu hükümeti İran’a şiddetli bir saldırı yapacaklarını ilan ediyor. ABD, yaptığı açıklamalarla bu sürece dahil olduğunu resmi olarak ilan etti. Merkez kuvvetler komutanı TelAviv’e çoktan uçtu. Gerek Tahran’dan, gerek emperyalist kamptan yapılan açıklamalar, İran’a yönelik İsrail-ABD-NATO saldırısının eli kulağında olduğunu gösteriyor. Bu saldırının nasıl bir çatışmalar dizisini kışkırtacağını bilmiyoruz. Batı Asya’da (Orta Doğu) yangın her an denetimden çıkabilir. Artık Lübnan, İran, Yemen, Suriye, siyonist ordu saldırılarının hedefi haline geldi.
Hepsi bu değil. Siyonist rejim, Suriye’de Rusya üssünün yakınlarına art arda saldırılar düzenledi. Füzeler Akdeniz’deki gemilerden ateşlendi! Bu, alenen Rusya’yı kışkırtma hamlesi ve ardında ABD-İngiltere ikilisi var. Aynı dönemde NATO üyesi ve emperyalistlerin sadık müttefiki Türkiye, İdlib’e hava savunma sistemi ve elektronik harp sistemi kuruyor. Açıktır ki bu sistemler Rusya ve Suriye uçaklarına karşı konumlandırılmakta.
Bütün bunlar ABD-NATO hamleleri olarak görülmeli. Türkiye’nin bir NATO ordusu olduğu, hamlelerinin bu nokta hesap edilerek değerlendirilmesi gerektiği bir kez daha görülüyor. Kamuoyunda, bu arada devrimci kamuoyunda da, Erdoğan ve hükümetin açıklamalarına aldanmak, onları söyledikleriyle değerlendirmek gibi bir yanılgı yaygınlaşıyor. Oysa yaptıklarına bakmak gerekir. Görünürde İsrail ile atışıp duran Erdoğan ve hükümet, İsrail’e desteği hiç kesmedi. Ticaret tüm hızıyla sürdü. İsrail’i besleyen, ürünler başta petrol olmak üzere, İskenderun limanından İsrail’e akmaya devam etti. İsrail istihbarat şefinin söylemini kullanacak olursak, “Erdoğan, İsrail’in düşman görünümlü dostudur. İsrail onun döneminde hiç olmadığı kadar şey kazanmıştır.”
Açıkça görülüyor ki Suriye, Lübnan ile birlikte saldırının temel hedeflerinden biri olacak. Dinci çeteleri harekete geçirecekler. Tüm hazırlıklar bunu gösteriyor.
Emperyalist Sistem Çöküyor
Ortadoğu’daki (Batı Asya) bu vahşetin temelinde yatan şey, emperyalist sistemin çöküşünden başka bir şey değil. Son çeyrek asırdır emperyalist-kapitalist sistemin çöküşü iyice belirginleşti, hız kazandı. Aynı dönemde tüm dünyada işçi ve emekçiler milyonlar halinde sokaklara aktı, ayaklandı. ABD emperyalizmi bu süreci durdurmak adına, 2001 11 Eylül'ünden itibaren dünya işçi sınıfına ve emekçi halklara karşı küresel iç savaş açtı. Aynı zamanda tüm dünyayı kana bulayan saldırı ve işgaller zincirini başlattı.
İşte bu yüzden Ukrayna’da, Ortadoğu’da (Batı Asya), Doğu Asya’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da gerilimler, çatışmalar ve şiddetli savaşlar yaşanıyor. Çünkü emperyalist sistem büyük bir hızla geriliyor, çöküyor. Bunun önünü alabilmek için tüm dünyayı ateşe atmaktan çekinmiyor.
Emperyalistler, Ukrayna’da faşist darbe ile bir “anti-Rusya” yarattı. Rusya, sosyalist geçmişi ve bugüne kadar korunan sosyalizmin kültürel ve maddi mirası nedeniyle parçalanması gereken bir güçtü. Dahası emperyalist tam ilhak sürecine karşı çıkmaktaydı. Putin, tüm dünyaya “Rusya, bazı ülkelerin yaptığı gibi sosis karşılığında egemenliğinden vazgeçip birilerinin uydusu olamaz” diye ilan etmişti. Öyleyse Rusya mutlaka yıkılmalıydı. Kiev’deki faşist iktidarın omuzları üzerinden Rusya’yı parçalama saldırısını başlattılar. Tüm dünyaya “Rusya’yı stratejik olarak yenilgiye uğratma” hedefini ilan ettiler. Böylelikle ABD önderliğinde emperyalist caniler sürüsü tüm dünyayı büyük bir yıkım savaşının kıyısına sürükledi.
Saldırı altındaki Rusya, tüm dünyada antiemperyalist güçleri dolaylı ve doğrudan destekler duruma geldi. Çin ile stratejik ilişkilerini güçlendirdi. KDHC ile kelimenin gerçek anlamında stratejik ortaklık ilişkisi kurdu ve onu bir “nükleer güç” olarak resmen tanıdı. BM etiketli yaptırımları reddetti. Küba ile bağlarını güçlendirdi, desteğini artırdı. Latin Amerika’nın demokratik-halkçı yönetimlerine askeri, siyasi ve iktisadi destek verdi. Afrika’da yeniden boy veren antiemperyalist dalgaya güç kattı.
Açıkça görülüyor ki, Rusya, her geçen gün daha fazla SSCB dış politik hattına yakın bir siyaset izlemeye zorlanıyor. Bu, Kremlin'in isteği veya tercihi değil. Bu, nesnel koşulların zorlamasıdır. Emperyalist dev tarafından yutulup parçalanmayı kabul etmediği sürece, hayat onu, SSCB’nin dış politik hattını izlemeye zorluyor. Gerek BM çatısı altında, gerek sahada gördüklerimiz, bu zorunluluğun dışavurumundan başka bir şey değil.
Rusya, emperyalist-kapitalist devletlere karşı koyma, meydan okuma noktasına kolay gelmedi. 90’lar boyunca neredeyse bir soykırım halini alan iktisadi yıkım ve toplumsal çöküş sonrası, 99’da tümden dağılma ve yok olmanın önünü almak isteyen kadrolar, Putin’in önünü açtılar. Sosyalist bir yönelime sahip değillerdi. Ama yıkım sürecini durdurmak ve tekrar ayağa kalkmak için hareket ediyorlardı. Tuttukları bu yol onları kaçınılmaz olarak emperyalistlerle karşı karşıya getirdi.
Rusya ve Çin’in başını çektiği blokun emperyalistlerin karşısına dikilmesi, tıpkı geçen yüzyılın ortalarındaki gibi küresel ölçekte güçlü bir antiemperyalist dalga yarattı. Daha doğrusu, tabanda gelişen antiemperyalizmi güçlendirdi, önünü açtı.
Afrika Bir Kez Daha Ayağa Kalkıyor
Görülmedik, duyulmadık bir vahşet hikayesidir Afrika’nın sömürgeleştirilmesi. İnsan türünün bu ortak yurdu, kapitalist uygarlığın en acımasız sömürgeleştirilme sürecinin kurbanıdır. Birleşik Krallık’ta bir din adamı olan Howitt’in yerinde tanımlamasıyla söyleyelim:
“Avrupa’nın, dünyanın bütün bölgelerinde ve boyunduruk altına almayı başardığı bütün halklara yaptığı barbarlıklar ve emsalsiz taşkınlıkların, dünyanın herhangi bir döneminde bir örneğini daha başka bir ırkta görmek mümkün değildir.”
Bu vahşi sömürgeciliğe karşı kıyasıya bir mücadele yürüttü Afrika halkları. Özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında Afrika’da baş gösteren ulusal uyanış, ikinci dünya savaşı sonrası art arda bağımsızlıklara yol açtı. Örneğin 1960 yılı, Afrika yılıydı. 18 ülke 1960’da siyasal bağımsızlığını kazanmıştı.
Kurtuluş mücadeleleri çoğu zaman Pan-Afrikanist bir eğilim taşıdı. Bunun doğal yansımaları, Afrika’nın değişik kesimlerinde bölgesel birlikler, federasyon girişimleri, ortak federatif örgütler şeklinde oldu. Yüzyılın ortalarında “Pan-Afrikacılık mı, komünizm mi” tartışması temel izleklerden biri olageldi. Ama çoğu zaman bu ikisi arasında bir çelişki ve çatışma yoktu. Marksist eğilimler hemen her daim Afrika ulusal kurtuluş hareketlerine içkin oldu.
Afrika halkları kendi bağrından büyük devrimci önderler çıkardı. Angola’dan Agostinho Neto, Mário Pinto de Andrade ve Lúcio Lara gibi; Mozambik’ten Marcelino dos Santos ve Noémia de Sousa gibi; Gine’den Vasco Cabral, Osageyfo Kwame Nkrumah, Ahmed Sekou Toure gibi; Sao Tome ve Principe’ten Alda Espírito Santo ve Hugo Menezes gibi; Gine-Bissau ve Cape Verde’den Amilcar Cabral gibi vb. Afrika devriminin siyasi-ideolojik askeri mücadelelerinin eşgüdümünü sağlamak için bu devrimci liderler Tüm Afrika Halklarının Devrimci Parti’sini kurdular.
Sosyalizmin güçlü varlığı ve Marksist-Leninist teori, ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesi yürüten devrimci Afrika halkları için büyük bir destek sunmaktaydı.
Gine ve Cape Verde'nin Bağımsızlığı için Afrika Partisi'nin (PAIGC) devrimci lideri Amílcar Cabral 1970'te şöyle yazmıştır: "Marksist olsun ya da olmasın, Leninist olsun ya da olmasın, emperyalist tahakkümden topyekûn kurtuluşları için mücadele eden halkların çoğu zaman dikenli ve hatta kasvetli yolunu verimli bir netlikle aydınlatan, muazzam bir tarihsel kapsamı olduğunu kanıtlayan Lenin'in analiz ve sonuçlarının geçerliliğini, hatta dehasını kabul etmemek hiç kimsenin harcı değildir."
O ayrıca "Afrika, Asya ve Latin Amerika'nın ezilen halklarının, başlıca kurbanları oldukları dünya emperyalist sistemini tasfiye etme mücadelesinde belirleyici bir rol oynamaya zorunlu olarak çağrıldıklarını" vurguladı. Filistin devrimi, tüm sosyalistler gibi Cabral ve yoldaşları için temel konulardan biriydi.
"Emperyalizmin manevralarıyla vatanlarından kovulan, hakarete uğrayan Filistinli mültecilerin, şehit edilen mültecilerin yanındayız. Filistinli mültecilerin yanındayız ve Filistinli çocukların ülkelerini özgürleştirmek için yaptıkları her şeyi kalbimizin tüm gücüyle destekliyoruz ve Filistin halkının onurunu, bağımsızlığını ve yaşam hakkını yeniden kazanmasına yardımcı olmak için Arap ülkelerini ve genel olarak Afrika ülkelerini tüm gücümüzle destekliyoruz."
Böylesine güçlü enternasyonalist sosyalizm yönelimine karşı sömürgeci güçler en aşağılık suikastlara yöneldiler. Bağımsızlığını kazanmayı başaran ülkelerde vahşi askeri darbeler örgütlediler. Kendisi de 1973’te suikasta kurban giden Cabral, Nkrumah’a düzenlenen darbenin ardından işbirlikçiliği "İhanet Kanseri" olarak adlandırıyor ve suikastların, darbelerin beyhude bir çaba olduğunu ilan ediyordu.
"Ama hepsi boşuna. Çünkü Portekizli sömürgeci saldırganların hiçbir suçu, hiçbir gücü, hiçbir manevrası ya da demagojisi tarihin yürüyüşünü, Gine ve Cape Verde'deki Afrikalı halklarımızın bağımsızlığa, barışa ve hakları olan gerçek ilerlemeye doğru geri döndürülemez yürüyüşünü durduramayacaktır."
Öyle de oldu. Devrimci liderler suikastlarla ortadan kaldırılsa da kurtuluş mücadeleleri zafere ulaştı. Bugün, devrimci, yurtsever ve enternasyonalist Amílcar Cabral'ın mirası, halkların özgürlük, egemenlik ve bağımsızlık mücadelesine ve toplumsal ilerlemeye değerli bir katkı teşkil etmektedir.
Büyük acılarla klasik sömürgeciliğe son veren yiğit Afrika halkları, ne yazık ki darbelerle, “ihanet kanseri”nin yayılmasıyla emperyalizmin bağımlılık ağına düşürüldüler. Antiemperyalizm antikapitalist doğrultuda geliştirilmediğinde olan şey, kapıdan kovulan emperyalizmin bacadan geri dönüşü oldu. Emperyalistler “yeni sömürgecilik” denilen bağımlılık ilişkileriyle tüm kıtayı acımasızca sömürmeye devam etti.
Aradan geçen zaman içinde uluslararası koşullar köklü bir şekilde değişti. Bugün Rusya ve Çin’in başını çektiği ülkeler emperyalistlerin karşısına dikilince, küresel ölçekte oluşan yeni dengeler, Afrika’da ve diğer kıtalarda kendi halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tutan halkçı-ilerici yönetimlerin elini güçlendirdi. Emperyalistlere meydan okuyan politikaları cesur bir şekilde hayata geçirmeye başladılar.
Afrika’da Mali, Nijer ve Burkina Faso’da ilerici-halkçı darbelerin gerçekleşmesiyle oluşan devrimci yönetimler, emperyalist tekelleri bir bir kapı dışarı ediyorlar. En başta Rusya’nın askeri desteği olmak üzere, Çin ve diğer sosyalist ülkelerin ve demokratik-halkçı yönetimlerin olduğu ülkelerden gelen destekle emperyalistleri ülkeden kovmayı başardı bu üç ilerici yönetim. Her geçen gün derinleşen bir antiemperyalist hat izliyorlar. Afrika halkları arasında temel eğilim antiemperyalist mücadelenin gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda.
Birleşin ve Kazanın
Emperyalist güçlerin tarihsel sloganı "böl ve yönet "tir. Klasik anlamda sömürgeciliğin başlangıcında, Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki devasa alanları yönetmek için ülkeleri kabile ve etnik kökenlerine göre küçük birimlere ayırdılar. Bu nedenle 20. yüzyıl boyunca devrimci liderler, emperyalistlerin bölüp parçaladığı güçleri bir araya getirmek için özel bir çaba sarf etti.
Nkrumah’ın söylediği gibi ortak düşmana karşı verilen savaş, kendi savaşından ayrı görülemez. “Baskı ve sömürü rejimlerini haklı göstermek için düşünülmüş olan eski felsefeler kendilerini yeni maskeler altında gizlemektedir. Uyanık olmalı, Afrika'nın gerçek kurtuluşunu engelleyen tüm davranış ve eylemi şiddetle kınamalıyız. Afrika'da ve öteki kıtalarda sürdürülen savaş Gine topraklarındaki mücadeleden ayrı tutulamaz. Özgürlüğün gelişmesi hiç durmayan bir mücadeleyi gerektirir. Gine'de, Afrika'da ve bütün dünyada, baskı ve tahakkümün her çeşidine karşıyız.”
Emperyalizme karşı zafer kazanmak isteyenler, "Birleş ve kazan" sloganıyla tüm güçleri emperyalizme ve kapitalizme karşı devrim bayrağı altında birleştirmelidir. Devrim güçlerini birleştirmek, uluslararası sosyalist hareketteki “ihanet kanseri”yle tam bir kopuş gerçekleştirmekle mümkün. Bu “ihanet kanseri” bugün sosyal şovenizm olarak karşımızda durmaktadır. Tüm 20. yüzyıl boyunca bu türden keskin kopuş, daima büyük bir savaşla gündeme gelmiştir. Bugün bu, Ukrayna’da patlak veren savaştır. Savaş, “ihanet kanseri”ni yani sosyal şovenizmi tüm çıplaklığıyla görünür kılmıştır.
Bu, akıntıya karşı yürümektir; her şeye rağmen savaşmaktır. Kolay bir zafer olmadığını biliyoruz! Emperyalistleri, dünya burjuvazisini, onlarla birlikte “İhanet kanseri”ni de yeneceğiz.