Yazdır
 

 

"Şairlerin yaşam öyküsü yoktur, onların yaşam öyküsü yapıtlarıdır" diyor Octavia Paz. Peki ya devrimcilerin yaşam öyküsü? Dünyanın hemen her yerinde, adını sanını bilmediğimiz, daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek için çarpışan savaşçıların yaşam öyküsü? Hayallerinin amansız takipçisi olan, en görünmez ama gerekli olan işlerin yorulmaz emekçilerini nasıl anlatmalı?

Şairler için söylenen, devrimciler için de geçerlidir. Bir devrimciyi, savaşçıyı anlatmak istediğinizde; idealleri için mücadelesinden, çabasından başka ne söyleyebilirsiniz ki? Bu öyle bir yolculuk ki; ilk kavganız kendinizle, ilk zaferiniz kendinize karşıdır. Orada kazanamayanların bu serüvende pek adı geçmez.

Sinan yoldaşı hemen herkes yüzünde bir gülümseme, tebessümle hatırlar ya da anlatır. Fakat ben ne yapsam etsem de onu başka türlü hatırlıyorum. Kendi içinde ilk kavgasını kazandığı haliyle, yaşamını büsbütün değiştirecek bir kararla hatırlıyorum.

Akşamın bir vakti, varoş bir semtin ara sokaklarında birlikte yürüyoruz. İşçilere özgü mütevazı tavırları hemen kendini belli ediyor. Bir kararını ve Partiden bir isteğini dile getiriyor. Son derece kararlı bir ses tonuyla; ama kendine özgü ve utangaçca diyebileceğimiz bir saygıyla “Ben Kobane'ye gitmek istiyorum. Partiden beni oraya göndermesini istiyorum.”

Tarih bu dönemi nasıl anlatır bilemem ama IŞİD'in yarattığı vahşet ve korku genç bir devrimcinin dilinde işte böyle dağıtılabilirdi ve gerçekten de gençliğin bu savaşçı, fedakar tutumu halkların zaferini sağladı.

Onu tanıyanlar ne kadar hareketli, yerinde durmaz biri olduğunu bilir. Bu hali bazen onun başına garip işler dahi açmıştır. Üstelik sadece kendi başına da değil. Ama o akşam hiç de böyle değildi ve onun bu hali beni hep şaşırtmıştır. Şu ana kadar... Şimdi düşünüyorum da Sinan yoldaş, sen her ciddi meselede böyleydin. Başını biraz eğer, gözlerin dosdoğru derinlere bakar ve ağır ağır konuşurdun. O gün ne kadar sessiz ve sakinsen, Kobane'ye doğru yola çıktında da bir o kadar neşeli ve mutluydun. Afrin'e giderken de öyleydin. Gören savaşa değil de düğüne gittiğini düşünürdü...

Değişmek, yetmezliklerinle mücadele etmek, kendini bir bütün olarak Partine ve davana adamak hiç de kolay değildir. Bunu yalnızca yoldaşlarına büyük bir güven duyarak ve yüksek bir bilince erişerek yapabilirsin. Senin için bu mesele çok çabuk çözülmüştü; “Parti en doğrusunu bilir” der yoluna devam ederdin. Sınıf bilincini yüreğinde ve aklında var etmiş bir işçi daha sade nasıl anlatabilir ki yapılması gerekeni. Bu büyük bir cesaret ve güven örneğidir. Güvenmek! Bunu en saf ve dolu haliyle yaşadığın için olsa gerek, mücadelenin en zor aşamalarını aşmak senin için zor olmadı.

Bir parti işçisi, savaşçısı olarak her zaman iyi bir örnektin. Zaten çalışmak senin için hep en kolay olanıydı ve bunu iş ne olursa olsun layıkıyla yapmaya çalıştın, biliyorum. Tıpkı son görevinde olduğun gibi...

Şimdi başka şeyleri de düşünüyorum. Mesala “Tamirci çırağı” şarkısını neden bu kadar çok severdin? Kendine benzer, yaşamına benzer ne görmüştün orda? Belki de dile getirmediğin, bir çırpıda içine attığın bir sevdiğin vardı? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.

Herkesin her dönem neşe ve moral kaynağı olan sen, bugün de kavgada kararlı duruşumuzun sembolü oldun. Sen nasıl ki Deniz'leri, Sinan'ları, Teğmen Ali'leri izlediysen bugünün savaşçıları da seni izleyecek ve savaşçı tarihimize yeni örnekler ekleyecek.

Sen sadece ideallerini izledin ve inandığın değerler için dövüştün; ideallerin ideallerimiz, sözün sözümüzdür Sinan yoldaş.

Mustafa Çetiner