(Mar 24, 2024) Açıklamalar Read more...   |    (Kas 25, 2023) Açıklamalar Read more...   |    (Kas 23, 2023) Açıklamalar Read more...   |    (Kas 22, 2023) Açıklamalar Read more...   |    (Eki 09, 2023) Açıklamalar Read more...   |   

Makale Dizini

 

Tüm toplumsal devrimlerde bir sınıfın egemenliğine son verilirken yeni bir sınıfın egemenliği gerçekleşir. Bu proleter devrimin de bir özelliğidir. Proleter devrimde burjuva sınıfın egemenliğine son verilirken yerine proletaryanın egemenliği kurulur.

Proleter devrimin diğer toplumsal devrimlerle ortaklaştığı bu nokta, aynı zamanda onun ayrıştığı yerdir. Çünkü egemen olan her sınıf, toplumu ve egemenliğini kendi sınıfsal özüne göre şekillendirir. İşte bu gerçeklik, proletaryanın egemenliğinin diğer sınıfların egemenliklerinden ayrışmasına neden olur.

Daha önceki tüm devrimlerde egemen olan ve egemenliğine son verilen sınıf sömürücü nitelikte iken, bu devrimde burjuvaziyi deviren proletarya üretim araçlarından yoksun olması nedeniyle emek-gücünü satmadan yani sömürülmesine göz yummaksızın en temel yaşam araçlarına dahi sahip olamayan bir sınıftır. Dolaysıyla önceki tüm egemenlik biçimleri sömürüyü korumayı ve derinleştirmeyi amaçlarken, proletarya, varlığı sömürülmesine dayanan bir sınıf olmasından dolayı egemenliğini ve toplumu sömürüye karşı şekillendirir. Kendi sınıfsal konumunu, egemenliğinin ve toplumun bir özelliği haline getirir.

Bundan dolayıdır ki bizim için, kapitalizme karşı olmak demek, proleter devrim demek, proleter devrimden yana olmak demek, proleter devrimci olmak demek: insanı insanın kurdu haline getiren, insanı tüm insani değerlerinden koparıp soysuzlaştıran sömürüye karşı olmak demektir.

Kürdistan’da, Türkiye’de ve Dünya’da sosyalizm mücadelesine katılan herkesin ilk elden duyduğu, bildiği, sosyalizmin abc si olarak beyninin derinliklerine yolladığı ama üzerine yetirince düşünmediği, bir gerçekliktir bu. Proleter devrim yolunda ilerlemek isteyen her irade, uyumak için başını yastığa koyduğu her gece; sömürü düzenine karşı sömürüsüz bir yaşam için, insanlığın sınıflara bölünmüşlüğüne son vermek için mücadele ettiğini ve bunların yüce anlamını kendine hatırlatmalıdır. Pratiğinin, bu amacının kendinden talep ettiklerini ne kadar karşıladığının muhakemesini yapmalıdır.

Proleter Devrimi Tarihin Enköklü Toplumsal Devrimidir

Her toplumsal devrimle birlikte toplum yaşamının baştan sona değişime uğradığı bir gerçekliktir. Köleci, feodal ve kapitalist toplumlarda toplumsal yaşam derin farklılıklar taşır. Üretici güçlerle üretim ilişkilerinin değişmesinin bir sonucu olarak felsefe, devlet, sanat, kültür de değişime uğramıştır. Tüm bilimsel araştırmalar bunu gösterdiği gibi, kapitalist topluma geçişi yakın zamanda yaşamış toplumların belleğinde bu değişimin somut örnekleri hala varlığını korumaktadır.

FAKAT tüm bu değişimlere rağmen, azınlığın toplumun çoğunluğunu sömürmesi gerçekliği değişmemiştir. Anaerkil toplumdan sonraki binlerce yıl boyunca varlığını koruyan şey sömürü olgusudur. Binlerce yıl boyunca sömürü çeşitli biçimlere bürünmüş, büründüğü biçimlere uygun olarak sanatı, felsefeyi, devleti, dini, insanı vb biçimlendirmiştir. Bugünün en gelişmiş kapitalist ülkesiyle sömürünün ilk ortaya çıktığı köleci toplumu mukayese eden herkes, iki toplum arasında bulacakları ortaklıkların çokluğu karşısında şaşıracaktır. Oysa insanın insan tarafından sömürülmesi; mutlu azınlığın mutsuz çoğunluk üzerine kurulması ortak paydası var olduğuna göre şaşıracak ne var ki!

Proleter devrim ise tüm bu süreçten köklü bir kopuş demektir. Proleter devrim insanlık tarihinde ki ikinci önemli değişimdir. İlki anaerkil yani sınıfsız sömürüsüz bir toplumdan ataerkil yani sınıfların ve sömürünün var olduğu bir tarihsel döneme geçişti. Köleci toplumla başlayan, feodalizmle devam edip kapitalizmle doruğuna varan binlerce yıllık bu sömürüye dayanan tarihsel dönem proleter devrimle gerçekleşecek yeni bir sıçramayla son bulacaktır. Binlerce yıllık bu sürece son vereceği için, proleter devrim tarihte gerçekleşmiş en köklü toplumsal devrimi ifade eder diyoruz. Proleter devrimin getireceği sosyalizmle varılacak olan komünist toplum, anaerkil toplum döneminde ki sınıfsız-sömürüsüz toplumsal yaşamın yeniden yaşanması olacaktır. Ama önemli bir farkla. İlki insanın doğa karşısındaki zayıflığından gelen bir zorunluluğun sonucu iken; ikincisi, insanının doğayı egemenliği altına almasının getirdiği bolluktan gelen gönüllülüğün sonucu olacaktır. İnsanlık köleci-feodal ve kapitalist toplumun egemenliği altında geçen binlerce yıldan sonra yeniden sömürüsüz yaşamın güzelliğini tadacaktır.

Proleter devrim binlerce yıllık insanlık tarihinden köklü kopuşu ifade ettiğine göre, proleter devrim adına ortaya konan her iradenin, üretilen her politikanın, alınan her kararın, takınılan her tavrın binlerce yıldır sürüp gelen sömürü düzeninden, onun en gelişmiş hali olan kapitalizmden köklü bir kopuşu ifade edip etmediğine bakılmalıdır. Bu, politika ve pratiğin turnosol kağıdı olmalıdır. Unutulmamalıdır ki her politika, her karar, her tavır sahibini ya sömürü düzeninden, insanlığı kirletip çirkefleştiren bu düzenden yana yada insanı insanlaştıran yaşamı güzelleştiren sömürüsüz bir insanlıktan yana kılar.

İşte bu yüzden diyoruz ki, proleter devrim tarihin en köklü devrimi; proleter devrimcilik insanın insanla en köklü hesaplaşmasıdır. Proletaryanın siyasetini üretmek isteyen, proleter devrimci olmak isteyen bu gerçekliği baştan kabul ettiği gibi; böyle davranacağına dairde insanlığa söz vermiş demektir.

Proleter Devrim Tarihin En Zorlu Devrimidir

Proleter devrim insanlığın geçmişiyle hiçbir biçimde uzlaşamayacak, her alanda ona karşı olacak, onu yok edecek ve yenisini yeşertecek bir devrimdir. Binlerce yıl boyunca süren sömürünün büründüğü biçimlere uygun olarak biçimlenen sanata, felsefeye, devlete, dine, insana vb karşı gerçekleşen bir devrimdir. Sömürü düzenine ait olan hiçbir şeyle doğası gereği uzlaşamaz. Uzlaştığı anda kendisi olmaktan, proleter devrim olmaktan çıkacağını bilir çünkü. Bu durum burjuvaziyi, son sömürücü sınıfı direnişini son nefesine kadar götürmek zorunda bırakır. Proleter devrimden önceki tüm toplumsal devrimlerde egemen sınıfında onu alaşağı eden sınıfında sömürücü nitelikte olmasından dolayı aralarında ne kadar şiddetli çatışmalar gerçekleşirse gerçekleşsin, tarihsel olarak miladını doldurmuş olan sınıfın üyeleri daha fazla direnemeyeceklerini gördükleri andan itibaren gelişen ve tarihsel olarak egemen olmaya başlayan toplumsal sistem altında varolmanın yollarını aramaya yönelmişlerdir. Ama burjuvazinin egemen olacak olan yeni toplumsal sistem içinde sömürücü niteliğini ve buna göre biçimlenmiş hiçbir şeyini yaşatma şansı yoktur. Üstelik, sömürerek elde ettiği tüm zenginliğini kaybedeceği gibi, hayatını artık emeğinin karşılığını alarak sürdürmek zorunda kalacaktır. Bu gerçeklik,burjuvaların, egemenliğine son veren sosyalist toplum içinde bir yaşam kurmasını imkansız kılar.

Burjuvazi bunu bildiği için önünde tek seçenek durur: Sonuna kadar direnme.

Proleter devrimin geçmişle uzlaşamayacak olması, burjuvazinin ise kendini proleter düzen içinde var edememesi; proleter devrimi tarihin en zorlu devrimi haline getirir. Bunun içindir ki, proleter devrim yolunda yürümeye karar veren hiçbir irade, kendini, dikensiz gül bahçesinde gezintiye çıkmış olarak düşünemez. Bilir ki sadece güllerin dikenleri değil, onlara ulaşmasını engelleyen dikenli, zehirli yaban otlarıyla dolu bir orman içinde yara bere içinde kalarak, hastalıklarla boğuşarak ve bir yandan da keskin kılıcıyla kendine yol aça aça ilerlemek zorundadır. Lenin, proleter devrimcileri dağcılara benzetmesi de bundandır.

Proletaryanın siyasetini üretmek isteyen, proleter devrimci olmak isteyen her irade; insanlığın sömürüye dayalı tüm geçmişiyle hesaplaşacağına dair söz verdiği gibi bunun zorlu geçeceğini bildiği halde bu yoldan yürümeye devam edeceğine dairde insanlığa söz vermiş demektir.


En Şiddetli Savaşlar İktidarı Ele Geçirmede Yaşanır

İktidar olmak (siyasi ve ekonomik egemenlik) demek toplumu yönetme (şekillendirme, yön verme vb) gücüne sahip olmak demektir. Burjuvazi iktidara sahip olmakla bu gücü elinde tuttuğunu farkındadır. İktidar olmanın en önemli ayağı ise siyasi egemenliğe sahip olmaktır.

Siyasal egemenlik denince ilk akla gelen ise devlettir. Devlet, toplumu yönetmek için ve elbette tüm bunlara karşı çıkanları da yok etmek için başta bürokrasi ve militarizm olmak üzere daha birçok aygıtıyla oluşturulmuş siyasal bir örgütlenmedir. Bir sınıf için, iktidarlarının en önemli ayağı olan devlet örgütlenmesini kaybetmek demek ölümcül bir darbe almak demektir.

Varlıklarını korumada inisiyatifin esas olarak kendi iradelerinden çıkması, iktidarı ele geçiren sınıfın eline geçmesi demektir.

Ve aynı nedenlerden dolayı da proletarya iktidar olmak zorundadır. Toplumun sömürüsüz bir yaşam anlayışıyla yönetilmesiyle sınıfsız-sömürüsüz bir yaşama kavuşabilmek için proletaryanın iktidarı zorunludur. Sömürüsüz bir yaşam için proletaryanın iktidarı; proletaryanın iktidar olabilmesi için ise, burjuvazinin iktidar örgütlenmesinin ve onun en önemli ayağı olan devletin ortadan kaldırması bir zorunluluktur. Proletarya burjuvazinin örgütlenmesini dağıttıktan sonra tüm toplumun yönetilmesi için kendi mekanizmasını, Lenin’in söylemiyle, gerçek anlamda bir devlet olmayan proleter devleti kuracaktır. —Proleter devletin gerçek anlamıyla bir devlet olmadığı, giderek sönecek ve yok olacak bir geçici örgütleme olduğu, proletaryanın iktidar örgütlenmesini bu anlayışla şekillendireceği hiç unutulmamalıdır.— Sınıf savaşımında, kimin toplumu yönetme inisiyatifine sahip olacağı sorunu bir varlık yokluk sorunudur. Bu nedenle de savaşın en şiddetli yaşandığı yer burasıdır. Kim ki proletaryaya iktidar dışında bir hedef gösteriyor, kim ki bu uğurda proletaryanın örgütlü mücadelesine katılmak isteyenlere yaşananlardan daha sert savaşlara hazırlanması gerektiğini söylemiyor, kim ki proletaryayı bu savaştan galip çıkaracak araçlarla silahlandırmıyor; bilinmeli ki o, tarihin en büyük şarlatanıdır. Proletaryanın iktidar yürüyüşünde yaşanan tüm çarpışmalar, bu büyük savaş için bir hazırlıktır, eğitimdir. Bu hazırlık ve eğitimden geçmeden bu büyük savaş kazanılamaz. Bu büyük savaşın en az acıyla atlatılmasının yegane yolu; bu gerçekliğin proletaryaya olduğu gibi anlatılması ve yaşanmış deneyimlerin aktarılmasıyla deneyim ve bilinç yönünden güçlendirilmesidir.

Geçerken değinelim, bir insanın proleter devrimci olması da insanın kendi içinde yaşadığı bir devrim ise, ki öyledir, insanın yaşadığı bu değişimin, devriminde çok zorlu olacağı açıktır. Ve bu zorlu sürecin en şiddetli savaşları da insanın bilincini ve iradesini yönetme inisiyatifini kime teslim edeceğine karar vermesinde gerçekleşir. Buna vereceği cevap, kendini sömürü düzenine karşı var edip etmediğinin yanıtı olacaktır.

Proletaryanın İktidarı Ele Geçirme Aracı Komünist Partidir

Siyasal iktidarı ele geçirmek isteyen proletarya, başlarda çeşitli burjuva ve k.burjuva partilerde örgütlenmişse de zamanla bu partilerin amaçlarını gerçekleştiremeyeceğini görerek kendi partisini oluşturmuştur. Böyle olması da kaçınılmazdı, çünkü, araç amaca uygun olmalıdır.

Sömürüye dayalı düzeni her yönden eleştirmeyen, eleştirmekle kalmayıp karşıtını ürütmeyen bir araç; sömürü düzeninde değişiklikler yapabilir ama ortadan kaldıramaz. Proletaryanın ihtiyacını duyduğu şey ise, sömürünün ortadan kaldırılmasıdır. Dolaysıyla proletarya, burjuva düzen şahsında binlerce yıllık sömürü ve sınıflara dayalı insanlık tarihini sorgulayan, yerle bir eden ve karşıtını ortaya koyan burjuva sınıftan bağımsız bir siyasal partiye ihtiyac duymuş ve proleteryanın devrimci sınıf partisini oluşturmuştur. Lenin, proletaryanın iktidar mücadelesinde devrimci sınıf partisinin önemine dikkat çekmek için şöyle der:

İktidar uğruna mücadelede proletaryanın örgütten başka hiçbir silahı yoktur. Burjuva dünyasındaki anarşik rekabetin egemenliği altında bölünen, sermaye için zorla çalıştırılarak ezilen, durmadan yoksullaşmanın, vahşileşmenin ve yozlaşmanın ‘derinliklerine’ itilen proletarya, ancak, Marksizmin ilkeleri temeli üzerinde onun ideolojik birliği, ezilen milyonları işçi sınıfının ordusuna dönüştürecek olan bir örgütün maddi birliğiyle sağlamlaştırıldığı zaman, yenilmez bir güç olabilir ve mutlaka olacaktır da.

Bu ordunun karşısında, ne Rus çarlığının çürük iktidarı, ne de uluslararası sermayenin gittikçe çürüyen iktidarı durabilecektir” (Lenin, Seçme Eserler, cilt 2, s. 469/470.)

Sınıfsız-sömürüsüz toplum mücadelesine Lenin’in en büyük katkılarından biride, bilindiği gibi Proletarya Partisi üzerine görüşleriyle olmuştur. Bolşevik parti anlayışını geliştiren, ete kemiğe büründüren Lenin’dir. Sınıfsız-sömürüsüz bir topluma ulaşabilmek için, bunu hedefleyen herkesi bir araya toplayarak bir güç merkezi yaratmak ve buna dayanarak emekçi sınıfları yönlendirmek gerektiğini mücadeleye atıldığı 17 yaşında görmüş ve harekete geçmiştir.

Sadece sekiz yıl sonra, 25 yaşında tutuklandığında, 20’yi aşkın devrimci işçi grubunu birleştirerek “işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele biriliği” adlı bir grubu örgütlemiş; bu birliğin önderliğinde rusyanın en önemli ilinde işçi grevleri gerçekleştirmiş ve başarıyla sonuçlanmıştır. Lenin’in bundan sonraki hayatında da, üzerinde en çok durduğu konuların başında Bolşevik-Komünist partinin inşası gelecektir.

Çünkü, proletaryanın partisi canlı bir organizma gibidir. İktidar mücadelesi, iktidarın sağlamlaştırılması süreci, sınıfsız toplumun oluşumunun vardığı düzeye göre kendini yeniler. Sadece sınıf mücadelesinin bu evreleri değil aynı zamanda bu evrelerin insanlığın ulaştığı hangi düzeyde gerçekleştiği de proletarya partisinin gelişiminde etkin olur. İnsanlığın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik gelişmişlik düzeyindeki her değişiklik; sorgulanacak, yıkılacak ve sınıfsız-sömürüsüz bir yaşam felsefesiyle yeniden inşa edilecek şeylerin de çeşitliliğini etkiler. Bunun içindir ki proletarya partisi canlı bir organizmadır ve canlı bir organizma gibi sürekli beslenmeye (ideolojik, politik, kültürel, felsefi...) ihtiyacı vardır. Bunun içindir ki, partinin ideolojik, politik, kültürel... gelişimine katkı sunmak her partilinin bir görevidir.

Bizlerin, sınıfsız-sömürüsüz bir yaşam mücadelesi içinde yer alan proleter-devrimcilerin de proletarya partisi üzerine daha fazla durması gerekiyor. Bizi amaca ulaştıracak bu aracı 13daha iyi tanıyarak daha iyi kullanmayı öğrenmeliyiz.

Proletarya partisini anlamaya yönelik bir inceleme için ilk bakılması gereken kaynak kuşkusuz ki, dünyada ki her komünistin referans aldığı bolşevik parti tarihidir. İşe buradan başlamak ve daha sonra dünyada ki diğer Bolşevik Parti tarihlerini incelemek; inceleyenin proletarya partisine, proleter devrimciliğe, örgütsel yaşama bakışını genişletecek, komünist partilerin ortak bir çok yanlarının olduğunu görmesini sağlayacaktır kuşkusuz. Bunun içindir ki altını bir kez daha çizerek vurguluyorum; her yoldaş proletarya partilerinin (Bulgaristan, Vietnam, demokratik kore, küba..) tarihini, sadece bu ülkelerin devrim tarihlerini öğrenmek için değil, bu ülkelerdeki proletarya partilerinin örgütsel yaşam deneyimlerini öğrenmek amacıylada mutlaka okumalıdır


Proletarya Partisi İşçi Sınıfı Hareketi İle Sosyalizmin Birleşmesidir

Bolşevik Parti tarihini incelerken başvurduğumuz kaynak kitap, Stalin’in tüm eserler cilt 15’te yer alan Bolşevik Parti tarihidir. Bu kitabın daha girişinde şöyle yazar:

SBKP(B), devrim öncesi Rusya’nın işçi sınıfı hareketi temeli üzerinde, işçi sınıfı hareketi ile bağ kurmuş olan ve onun içine sosyalist bilinç taşıyan Marksist çevre ve gruplardan doğup gelişti. SBKP(B)’nin yol göstericisi daima Marksizm-Leninizmin devrimci öğretileri olmuştur. Onun önerileri, emperyalizm, emperyalist savaşlar ve proleter devrimler çağının yeni koşullarında, Marx ve Engelsin öğretilerini daha da geliştirdiler, yeni bir düzeye yükselttiler”(Bolşevik Parti Tarihi sf13)

Bu paragrafta öncelikli olarak SBKP’nin, işçi sınıfı hareketi ile bağ kurmuş olan çevrelerden doğduğuna dair tespiti ele almak gerekiyor.

İşçi sınıfıyla bağ kurmayan bir bolşevik-komünist partiden söz edilemez. Nedeni açıktır: Komünist-boşevik parti, işçi sınıfının partisidir. Bir partinin hem kendini işçi sınıfının partisi olduğunu söylemesi hem de onunla bağ kurmaması mümkün olabilir mi? Elbette ki hayır. Dolayısıyla işçi sınıfıyla bağ kurmayan, sınıf içinden parti üyeleri, kadroları ve yöneticileri çıkarmayan ve bu bağı giderek geliştirerek işçi sınıfı hareketini etkilemeyi ve yönlendirmeyi hedeflemeyen; ve tüm bunları bir varlık nedeni olarak görmeyen komünist parti düşünülemez.

Komünist partinin sınıfla olan ilişkisi elbette ki diyalektik bir süreç olarak ele alınır. Toplumsal devrim sürecindeki tüm gelişmeler bu ilişkinin durumunu, gelişim yönünü ve ivmesini etkileyecektir. Burada önemli olan, var olan andaki durum değildir. Öyle zamanlar olur ki komünist partinin işçi sınıfıyla tüm bağları da kopabilir. Asıl önemli olan, komünist partinin bu gerekliliği yerine getirmek için ortaya koyduğu çalışmanın niteliği yani planlı ve bilinçli olup olmadığıdır. Dikkat edilsin, bu yönde bir çalışmanın olmasından bahsetmiyoruz sadece. Bu çalışmanın planlı ve bilinçli olup olmadığıdır önemli olan. Bir komünist parti için trajedi olacak olan, sınıfla bağ kurmaya(veya geliştirmeye) yönelik planlı ve bilinçli çalışmanın ortadan kalkmasıdır. Bu trajedi olur, çünkü böylesi bir durumun sonucu komünist partinin ölümüdür. Uluslararası komünist hareket her zaman buna, sınıfla bağları geliştirmeye yönelik planlı ve bilinçli bir çaba olup olmadığına önem vermiştir. Örneğin Çin devrimi sürecinde ÇKP bir dönem köylülük içinde ki çalışmasını işçi sınıfı içindeki çalışmasına oranla çok daha arttırır ve köylülüğü temel alan bir yönelim belirlemeye başlar. Nüfusunun çoğunluğu köylülükten oluşan bir ülke için kimilerinin normal görebileceği ve güncel çıkarlar açısından da doğru bulabileceği bu durum, komünist enternasyonal tarafından normal karşılanmaz. Ve hemen ÇKP işçi sınıfı içindeki çalışmalarını yoğunlaştırması için uyarılır. Komünist enternasyonalin uyarısı, ÇKP’nin köylülük içindeki çalışmasını yanlış bulmasından dolayı değil, ÇKP’nin bir komünist parti olarak işçi sınıfına yönelik planlı ve bilinçli olarak yürütmesi gereken ve işçi sınıfını temel alan çalışmayı tavsatmasından; şu veya bu nedenle ağırlıklı olarak köylülüğe yönelmiş olmasındandır.

Evet, bir komünist parti sınıfa yönelik planlı ve ısrarlı çalışmanın kendinin temel görevi olduğunu ve bunun eninde sonunda sonuç vereceğini hiçbir zaman unutmamalıdır.

Partimiz de Malatya, Adıyaman, Antep bölgesinde doğmuş bir komünist hareket olmasına karşın; yani sanayinin dolayısıyla da proletaryanın gelişmişlik düzeyinin zayıf olduğu ve asıl olarak da tarım proletaryasının ve yoksul köylülüğün olduğu topraklarda doğmuş olmasına karşın hızla metropollere yani sanayi proletaryasının yoğun bulunduğu yerlere yönelip buralarda 14 da işçi sınıfının yoğun bulunduğu yerleşim yerlerini seçerek çalışmaya başlamıştır. Böyle yaparak Komünist enternasyonalin ortaya koyduğu bakış açısıyla paralel bir düşünme ve davranış içinde olur. Bunun, uluslararası komünist yayınların dilimize çevrilmediği yıllarda thko/mb kadrolarının kendi bilinçleriyle gerçekleştirdiği unutulmamalıdır.

Bu atılan ilk adımı takiben sınıf içindeki genç işçilerin bir toplumsal devrimdeki önemi görülmüş ve derhal onların örgütlenmesine girişilmiştir. Bu amaçla Genç Emekçiler Birliği oluşturulmuştur.

Yine aynı şekilde, proletaryanın büyük bir kısmının istihdam edildiği küçük tekstil atölyelerindeki örgütsel dağınıklık, yoğun sömürü ve bunların sonucu biriken öfke görülmüş; bu devrimci dinamiği devrime ve komünist partiye kanalize edebilmek için İPLİK-İŞ örgütlenmesi gerçekleştirilmiştir.

Yine 70’li yıllar boyunca proletarya içinde işçi komiteleri şeklinde örgütlenilmiş, çeşitli sendikalarda etkinlik kurulmuştur. 12 Eylül yıllarında dahi proletarya ile olan bağlar koparılmamış, parti yayınları tüm zorluklara rağmen işçi sınıfına ulaştırılmaya devam edilmiş, proletaryanın mücadelesinin örgütlenmesinde etkinlik gösterilmiş, sendikaların 12 eylül sonrası yeniden örgütlenmesinde yine en önde olunmuştur.

90’lı yılların hemen başında bir dönüm noktası niteliğinde olan Zonguldak maden işçilerinin eyleminin içinde olunması ve özelliklede bu eyleme “sosyalizm kazanacak” pankartı ile katılınması; ardından yine sınıf hareketinde bir başka önemli köşe taşı olan İzmir belediye işçilerinin “Ölüm Yürüyüşü” olarak adlandırdıkları eyleminin, tekel işçilerinin mücadelesinin örgütleyicisi ve yönlendiricisi olunması yine Paşabahçe Beykoz işçilerinin büyük eyleminin içinde her yönüyle olunması gibi daha bir çok örnek sıralayabiliriz.

Öte yandan, 90’lı yılların hemen başında yükselmeye başlayan emekçi hareketi içindede parti aynı dinamizmle yerini almış, bu hareketin çeşitli alanlarında önder güçlerden biri olmuş; emekçi hareketi ile bağ kurma ve bağlarını geliştirme çabasında olmuştur.

Parti tarihinden bu tarihsel gelişim daha detaylı olarak okunabilir. Tüm bunlar bir yandan Leninist Partinin 70’li yıllardan buyana sınıfı temel alan, planlı ve ısrarlı örgütlenme anlayışına sahip olduğunu gösterirken öte yandan sınıfa yönelik planlı ve ısrarlı çalışmanın nasıl olması gerektiği konusunda büyük bir deneyime sahip olduğumuzu da ortaya koyar. Bu deneyim bir yanıyla uluslararası komünist hareketin birikiminden elde edilmişken bir yanıyla da uluslararası komünist hareketin deneyimine katkı sunan bizzat kendi pratiğimizden elde edilmiştir.

Sıraladığımız örneklerde ve daha başkalarında farklı farklı yöntemler kullanılmıştır. Kimisinde dışarıdan eylem halinde olan işçilerin yanına pankartlarla, bildirilerle gidilerek; kimisinde mahalle çalışmalarından yakalanan ilişkiler aracılıyla fabrikalardaki işçilerle bağ kurarak; bazılarında fabrikadan yakalanan bir ilişki ile sabırla yürütülen ilgilenme sonucu fabrikanın içinde yaratılmış örgütlenmeler yoluyla; bazılarında sendikada çalışma yürüten bir yoldaşın aynı iş kolunda veya başka iş kolundaki sendikalı işçilerle kurduğu ilişkiler sayesinde; bazen çalışma yürütmek istenilen iş koluna bilinçli olarak yoldaşlarımızın, yakın çevremizin yerleştirilmesi yoluyla, kimi zaman sınıfın yoğunlaştığı işçi havzalarında çalışmak üzere yoldaşların gönderilmesiyle ve bunlara eklenebilecek bir çok yolla sağlanmıştır.

Tüm bu yöntemlerde ve eklenebilecek daha başka yöntemlerdeki ortak yan ise; hiçbir fırsatın küçümsenmemiş, hiçbir olanağın geri tepilmemiş, hiçbir ilişkinin savsaklanmamış olması ve hatta öncelikli olarak ele alınmış olmasıdır. İğneyle kuyu kazar gibi emekle, ısrarla, başarıya olan sonsuz inançla çalışılmış tır. Sınıfla olan bağlarımızı zayıflatacak her şey (bir ilişkiyi geliştirmek yönündeki ihmal bile) partiye yönelik işlenebilecek en büyük suç olarak görülmüştür.

Bu sabrın, bu emeğin, bu ısrarın, bu inancın kaynağı ise; bir komünist partinin işçi sınıfıyla bağ kurmasının, geliştirmesin onun var olma nedeni olduğunu bilmektir. Sözümüzü böyle bitirirsek ciddi bir yanlışa düşeriz. Komünist partinin varlık nedeni sadece sınıfla bağ kurmak değildir. Komünist partinin sınıfa yönelik çalışması onunla sadece bağ kurmak ve geliştirmek için olamaz. Sözümüzü tamamlamak için incelediğimiz cümlenin devamına bakmak gerekir. Stalin cümlesine şöyle devam ediyor; “...ve onun içine sosyaslist bilinci taşıyan çevrelerden doğmuş ve gelişmiştir.”

Bu tamamlama çok önemlidir. Sınıfla bağ başka ne için kurulacak ki diye soruyor olabilirsiniz. Ama biliyoruz ki, işçi sınıfı içinde çalışmayı temel alan fakat bunu sendikalist-ekonomist anlayışla yapanlar vardır.

Sınıfa sosyalist bilinç taşımak ise en kısa anlatımla; kendisi için sınıf olması gerektiğini, burjuvaziyle arasında uzlaşmaz çelişkinin var olduğunu dolaysıyla burjuvaziyi yok etmesi gerektiğini, sosyalist toplumun kurup oradan da komünist toplumu yaratması gerektiğini ve bunları ancak ve ancak bir toplumsal devrim yoluyla kendi iktidarını kurması durumunda yapabileceğini anlatmaktır. Yani marksist-leninist dünya görüşünü taşımaktır. Bu bakış açısı dışında sınıfla kurulacak bağ, reformist bir öz taşır ve proletaryanın burjuvaziye karşı savaş aracı olan proletarya partisini reformistleştirir. Bu ise nihayetinde, proletaryayı amacına biraz daha uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. “Lenin Ne Yapmalı’da, Marksist partinin, işçi sınıfı hareketi ile sosyalizmin birleşmesi olduğunu söyleyen temel Marksist tezi parlak bir şekilde gerekçelendirmiştir”(51) Bunun içindir ki, Ne Yapmalı, bir proletarya devrimcisinin okuması hatta belli aralıklarla tekrar tekrar okuması gereken kitapların en başında gelir.

Parti, işçi sınıfının öncüsünün işçi sınıfının milyonluk kitleleriyle bağının cisimleşmesidir. Parti ne kadar iyi bir öncü olursa olsun, ne kadar iyi örgütlenirse örgütlensin, Partisiz kitlelerle bağ kurmaksızın, bu bağları artırmaksızın, pekiştirmeksizin yaşayamaz ve gelişemez. Kendini kendi kabuğu içine hapseden, kendini kitlelerden tecrit eden ve kendi sınıfıyla bağlarını yitiren ya da gevşeten bir parti, kitlelerin güven ve desteğini kaybetmeye ve dolayısıyla kaçınılmaz olarak çökmeye mahkumdur. Parti, gücü-kuvveti yerinde bir yaşam sürdürmek ve gelişmek için, kitlelerle bağlarını artırmalı ve kendi sınıfının milyonluk kitlelerinin güvenini kazanmalıdır.

Proletarya partisinin kendi sınıfıyla bağının durumu, soyut bir olgu değildir. Bu çeşitli biçimlerde ölçülebilir ve denetlenebilir. Yukarıda söylediğimiz, sınıf içinden parti üyeleri, kadroları ve yöneticilerinin ne kadar çıkarıldığı durumu anlamada en önemli göstergedir. Bolşevik parti tarihinden aktaralım:

1907 Mayıs’ında Londra’da V. Parti Kongresi toplandı. Bu Parti Kongresi sırasında RSDİP’nin (ulusal sosyal-demokrat örgütlerle birlikte) 150 000’e yakın üyesi vardı. Kongrede toplam 336 delege hazır bulundu. Bunlardan 105’i Bolşevik, 97’si Menşevikti. Geri kalan delegeler, önceki Parti Kongresi’nin RSDİP’ne aldığı ulusal sosyal-demokrat örgütleri (-Polonyalı ve Letonyalı Sosyal-Demokratları ve Bund’u) temsil ediyordu.

Stalin yoldaş, 1907 yılında çıkan “Bir Delegenin Notları” makalesinde, Parti Kongresinin bileşimi üzerine veriler ortaya koydu. Ortaya çıktı ki, Bolşevik delegeler esas olarak büyük sanayi bölgelerinden (Petersburg, Moskova, Urallar, Ivanovo-Voznessensk ve diğerleri) Parti Kongresine gönderilmişlerdi. Menşevikler ise Parti Kongresine, küçük üretimin hakim olduğu, zanaatkar işçilerin, yarı-proleterlerin ağır bastığı yerlerden, aynı şekilde, bazı saf kırlık bölgelerden geliyorlardı.”

Peki, böyle olması bir tesadüf müdür yoksa Bolşeviklerin bilinçli ve planlı çalışmasının bir ürünümüdür? Yine Bolşevik parti tarihinden bir başka örnek:

Pravda”nın çok sayıda işçi muhabiri vardı. Sadece bir yıl içinde, 11,000’in üstünde işçi mektubu yayınladı. İşçiler her siyasi olaya, zafere veya yenilgiye, “Pravda”ya mektup, selam, protesto vb. yollayarak tepki gösteriyorlardı.”

Yine Bolşevik parti tarihinden bir başka örnek: “İşçi sınıfının devrimci kitle partisini yeniden tesis etmek için Tasfiyecilere karşı iki buçuk yıl süren inatlı mücadeleden sonra 1914 yazında Bolşevikler, Rusya’nın siyasi bakımdan aktif işçilerinin beşte dördünün Bolşevik Partiyi, “Pravda” taktiğini izlemesini sağladılar. Örneğin, 1914 yılında işçi gazeteleri için para toplayan toplam 7,000 işçi grubundan 5,6O0’ünün Bolşevik basın, ve sadece 1,400’ünün Menşevik basın için para toplaması bunu gösteriyordu. Buna karşılık, Menşeviklerin liberal burjuvazi ve burjuva aydınlar arasında birçok “zengin dostları” vardı ve bu dostlar Menşevik gazetesinin devam ettirilebilmesi için gerekli miktarın yarısından fazlasını veriyorlardı.”

Aynı soruyu tekrarlayalım: Böyle olması bir tesadüf müdür yoksa Bolşeviklerin bilinçli ve planlı çalışmasının bir ürünümüdür? Hiçbir Leninist, marksist partinin işçi sınıfı hareketi ile sosyalizmin birleşmesi olduğunu aklından çıkarmamalı ve bunu sağlamaya yönelik bilinçli ve planlı çalışmanın hiçbir nedenle tavsatılmaması gereken başlıca görevi olduğunu unutmamalıdır. Proletarya partisinin tüm organlarının, üyelerinin bu amaca yönelik planlı ve bilinçli bir çalışması mutlaka olmalıdır. Ve bu düzenli olarak denetlenmelidir.


Proletarya Partisi Sıkı Birlige Dayanır

Proletarya partisinin, komünistler ve proletarya için sınıf hareketi ile sosyalizmi buluşturacak ve bu sayede proleter devrimi örgütleyerek sınıfsız ve sömürüsüz bir geleceğin yolunu açacak bir araç olduğuna belirttik. Tam da bu noktada, bu aracın hangi niteliklere sahip olması gerektiği önem kazanıyor. Bir amaca, bu amacı gerçekleştirme isteğine sahip olmak tek başına yeterli değildir. İster bir birey isterse bir parti olsun, kendini, amacına (ki bu amaç alabildiğince doğru, bilimsel olsun fark etmez) ulaşmasını sağlayacak niteliklerle donatmıyorsa; kendisi ve amacı arasında oluşan derin bir uçurumla ve bu uçurumun yarattığı acılarla baş başa kalır.

İşte Lenin. Amaca ulaşmak için bir partiye ihtiyacı olduğunu 17 yaşında görmüş ve onun yaratılabilmesi için yapılabilecek her şeyi yapmıştır. Amacı kendisini, komünistleri ve proletaryayı bir parti sayesinde daha donanımlı hale getirebilmektir. Önce “Mücadele birliği”ni örgütlediğinde sonrada 1898 de RSDİP’in 1. kongresini gerçekleştiğinde görmüştür ki, kendine parti diyen bir oluşumun yaratılması ve hatta bunun kongresini bile gerçekleştirmiş olması, bir komünist partinin yaratılmasına yetmiyor. Onun da doğru temeller üzerine inşa edilmesi, amacı gerçekleştirecek niteliklerle donatılmış olması gerekiyor. Dolayısıyla ne olursa olsun yeter ki bir parti olsun demeyip onun doğru temeller üzerine inşasını sağlamak içinde büyük bir çaba içine giriyor. 1887 de 17 yaşındayken önüne koyduğu bu hedefi, esas olarak 1910 yılından sonra ayrı bir parti kurulmasıyla gerçekleştirebiliyor. Yaklaşık 23 yıl boyunca Lenin, Bolşevik partiyi yaratmaya çalışmış oluyor. Başka bir şekilde söylersek, Bolşevik parti 23 yıllık birikimle donanmış bir parti oluyor.

Peki hangi niteliklerle donanmış olması gerekiyor? En temel olanı, Stalin’in RSDİP’in 1. kongresine ilişkin değerlendirmesini aktararak belirtelim.

Kongre, kararlarında ve “Manifesto”da, Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin kuruluşunu ilan ediyordu.

RSDİP I. Kongresi’nin önemi, büyük devrimci propagandist rol oynayan bu resmi edimde yatmaktadır. Ama I. Kongre yapılmış olmasına rağmen, Rusya’da Marksist SosyalDemokrat Parti gerçekte henüz yaratılmamıştı. Kongre, tek tek Marksist çevre ve örgütleri birleştirmeyi ve örgütsel olarak birbirine bağlamayı başaramamıştı. Yerel örgütlerin çalışmalarında henüz monolitik bir çizgi yoktu, bir Parti Programı, bir Parti Tüzüğü yoktu, bir merkezden yönetim yoktu.”(34)

RSDİP in ilk kongresi 1898’de toplanır. Kongreye sadece 4 ilde örgütlenmiş mücadelede birliklerinden katılımcılar gelir. Kongrede hazır bulunan delege sayısı 9 dur. Lenin sürgünde olduğu için katılamaz. Bolşeviklerin gözünde, sadece 4 ilden katılım olması üstüne üstük bu 4 ilden sağlanan katılımında 9 kişiyle sınırlı kalması veya Lenin’in hazır bulunamaması gibi hiçbir sorun, RSDİP in bir Marksist parti olması için engel teşkil etmemektedir. Sorun kongreye rağmen bir parti programı, bir parti tüzüğü ve bu tüzüğe dayanarak parti programı doğrultusunda politikalar üreterek partilileri, parti örgütlerini ahenkli biçimde yönetmeyi başaracak bir merkezi yönetimin oluşturulamamasıdır. Dikkat edilsin. Bu kongrede bir MK seçilir ama eğer bir program ve tüzük yok ise ortada, seçilen mk’nın örgütleri aynı hedef doğrultusunda ve üzerinde anlaşılmış bir biçimde yönetmesi de söz konusu olamaz. İşte bunlardan dolayı Bolşevikler, bu kongreyi değerlendirirken, 1. kongrenin gerçek anlamda bir parti yaratmadığını söylerler.

Daha mücadeleye atıldığı 17 yaşından itibaren amacı tüm Rusya’yı kapsayacak bir parti yaratmak olan Lenin için, Marksist bir partinin en temel niteliğinin ne olduğu anlaşılıyor buradan: Program-tüzük birliği ve bunlara dayanan merkezi bir yönetim. Leninistler için bu niteliklerle donanmamış bir Marksist partiden söz edilemez.

Program, tüzük birliğinin ve bunlara dayanan bir merkezi yönetimin, neden olmazsa olmaz olduğuna, neden proleter devrim mücadelesinde hayati önemde olduğuna, yine Rusya’da 1. RSDİP kongresi sonrası yaşananlara bakarak görebiliriz.

Bundan dolayı (program, tüzük birliğinin ve bunlara dayalı merkezi yönetimin olmaması) ve daha bir sürü neden yüzünden, yerel örgütlerdeki ideolojik kafa karışıklığı gittikçe arttı, ve bu “Ekonomizm”in işçi sınıfı hareketi içindeki bu oportünist akımın güçlenmesi için elverişli koşullar yarattı.”(sf 34)diyor Stalin. Evet, bir programa-tüzüğe ve bunları hayata geçiren merkezi yönetime sahip bulunmayan bir parti, birlik ve hatta böylesi bir işleyişe tabi olmayan kişilerde kafa karışıklığının giderek artması ve en nihayetinde burjuvazinin saflarına savrulmaları kaçınılmaz oluyor.

Bolşevikler için bu üç olgu sıkı sıkıya bir birine bağlıdır. Çünkü pratikte görülmüştür ki, komünizm mücadelesinde sadece birinin yokluğu bile diğerlerini etkilemekte, onları da bozucu sonuçlar yaratmakta ve bir bütün olarak komünizm mücadelesinden kopulmasına neden olmaktadır. Bu nedenle gerek Lenin gerekse diğer Bolşevik önderlerin komünist partiye değindikleri yerlerde, bu üç olguya dikkat çektiklerine tanık oluruz sık sık.

Bu belirlemenin daha da özüne bakarsak, Lenin’in ve Bolşeviklerin, proletaryanın sınıfsız-sömürüsüz bir dünya amacına ulaşmasını sağlayacak sıkı bir birlik yaratmayı zorunlu gördüklerini söyleyebiliriz. Peki, neden sıkı bir birliğe ihtiyaç var. Stalin Lenin’den aktarıyor; “Önümüzde, bütün gücüyle, üstümüze kurşun ve şarapnel yağdıran, en iyi savaşçılarımızı aramızdan koparıp alan düşmanın kalesi durmaktadır. Bu kaleyi ele geçirmeliyiz, ve eğer uyanan proletaryanın bütün güçleri ile Rus devrimcilerinin bütün güçlerini, Rusya’da canlı ve dürüst olan her şeyi cezbedecek bir partide birleştirirsek, bu kaleyi ele geçiririz... mücadeleye kendiliğinden katılan kitle ne kadar genişse ... böyle bir örgütün gerekliliği o kadar acildir ve bu örgüt o kadar sıkı olmalıdır.”

Stalin bu cümlelerini okurken insanın aklında, tüm askeri tecizatlarını kuşanmış kıyasıya çarpışan iki ordu canlanıyor. Oysa betimlenen şey, proletarya ile burjuvazi arasındaki iktidar mücadelesi. Öyleyse sadece bir benzetme mi yapılıyor? Kesinlikle hayır. Stalin bir benzetme yapmıyor. Proletarya ile burjuvazi arasındaki iktidar mücadelesini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Şöyle bir düşündüğümüzde, yaşananın, sık sık tamda betimlenen biçimde gerçekleşen bir savaş olduğuna dair yığınla örneği hepimiz sıralayabiliriz. Evet, proletarya ile burjuvazi arasındaki iktidar mücadelesinin özü, bir savaştır. Hemde öyle bir savaştır ki, proletarya için bir ateşkesle, bir barış anlaşmasıyla sonuçlanamayacak bir savaş. Ölüm kalım savaşı. —Yani yazımızın en başında söylediğimiz şeye geri dönmüş oluyoruz. Proleter devrim tarihin en köklü devrimi, dolayısıyla en zorlu devrimidir ve bu devrimde en şiddetli savaş, iktidarı ele geçirmede yaşanır. Proletaryanın iktidarı ele geçirme aracı ise partidir ve araç amaca uygun olmalıdır– Bu gerçeklikten dolayı “Lenin, Parti’yi, üyeleri kendi kendini Partili sayamayacak olan, bilakis ancak Parti örgütlerinden biri tarafından Partiye alınabilecek ve dolayısıyla Parti disiplinine boyun eğecek olan örgütlü bir müfreze olarak görüyordu”.(55) der Stalin. Yine bu gerçeklikten dolayı, tüm komünist partiler gibi Leninist partide kendini, uluslararası proletaryanın K.Kürdistan ve Türkiye’deki müfrezesi olarak tanımlar. —“Müfreze” kavramı tesadüfü olarak kullanılmamıştır. Kelime gerçek anlamıyla, partinin bir savaş yürüttüğünün tespiti olarak, Lenin’in kullandığı anlamda kullanılmıştır.— Bir müfrezenin de en önemli niteliği, hiç kuşkusuz ki Lenin’in belirttiği gibi sıkı bir birliğe sahip olmasıdır.

Düşmanın kurşun ve şarapnellerinin altında bulunan bir orduyu düşünün. Her an sağınızda solunuzda yer alan bir savaşçının öldüğü, yaralandığı bir durumu. Bu koşullarda bulunan bir müfrezenin savaşabilmesi için olmazsa olmaz ilk koşul: müfrezedeki askerlerin birbirine sıkı sıkıya kenetlenmiş olması yani müfrezenin sıkı birliği değil midir? Peki yaşadığı tüm acılara, korkulara, özlemlere, yetmezliklere rağmen her bir askeri orda ne tutabilir? Nazım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları adlı destansı şiirinde bize anlattığı panfilovcuları bir arada tutan ne olmuştur? Ordunun dağılıp gitmesini ne önleyebilir? Ordunun ihtiyaç duyduğu yeni güçlerin saflara katılmasını ne sağlayabilir? Yani ihtiyaç duyulan sıkı birlik, nasıl sağlanabilir?

Savaşın amacında tam bir birlik, haklar ve sorumluluklar yani işleyiş konusunda tam bir anlayış birliği ve savaşı yöneten güçlü bir merkezi karargahın olması... Bu üç temel olguyla bir birine sıkı sıkıya kaynaşmış ordular düşmanın savaşma azmini kırıp dağıtarak; kararsız unsurların ise partiye olan güvenini artırıp saflara katılmalarını sağlayarak Vietnam’da, Kore’de yada 2. Dünya savaşında olduğu gibi kendinden kat be kat güçlü orduları yener. Böylesi sıkı bir birliğe sahip bulunmayan her ordu ise, yenilmeye mahkumdur.

Lenin ve Bolşeviklerin “kime parti üyesi denir” sorusu üzerine yürüttükleri o tarihsel tartışmada da düşüncelerinin temelini oluşturan, sıkı bir parti birliği yaratma zorunluluğu olmuştur.

Lenin’..., Parti Programını kabul eden, Partiyi maddi yönden destekleyen ve onun örgütlerinden birine mensup olan herkesin Parti üyesi olabileceğini söylüyordu. Martov ise, Parti Programının kabul edilmesinin ve maddi desteğin Parti üyeliği için mutlaka gerekli olduğunu kabul ederken, Parti örgütlerinden birine katılmayı şart olarak görmüyor, bir Parti üyesinin mutlaka Parti örgütlerinden birine üye olması gerekmediği görüşünü savunuyordu.(55)

Dikkat edilirse tartışma, parti üyesi parti örgütlerinden birine üye olmalı mıdır olmamalımıdır üzerinedir. Bolşevikler olmalı ve bunu savunmamak katıksız bir oportünizmdir derken, karşısında bulunanlar hayır demektedir. Bu tartışmada yine, komünizme sempati duyan her devrimcinin ilk öğrendiği şeylerden ama üzerine sık sık düşünmediği bilgilerdendir. Lenin’in Bir Adım İleri İki Adım Geri kitabında açımladığı ve daha sonra Bolşevik Parti’nin örgütsel temelleri haline gelen temel örgütsel tezlerini özetlerken Stalin, 2. madde de şunları söyler:

Parti, işçi sınıfının sadece öncü müfrezesi, bilinçli müfrezesi değil, tüm üyeleri için bağlayıcı olan disipliniyle işçi sınıfının aynı zamanda da örgütlü müfrezesidir. Bu yüzden Parti üyeleri Parti’nin örgütlerinden birinin mutlaka üyesi olmak zorundadır. Eğer Parti, sınıfın örgütlü bir müfrezesi, bir örgütlenme sistemi değil de, kendi kendilerini Parti üyesi ilan eden, ama Partinin örgütlerinden hiçbirine üye olmayan, bu yüzden de örgütlü olmayan, dolayısıyla Parti kararlarına uyma yükümlülüğü olmayan insanların basit bir toplamı olsaydı, Parti’nin hiçbir zaman yekpare bir iradesi olmaz, hiçbir zaman üyelerinin eylem birliğini gerçekleştiremez ve bundan dolayı da, işçi sınıfının mücadelesini yönetmek imkanına sahip olmazdı. Parti ancak, tüm üyeleri, irade birliği, eylem birliği ve disiplin birliği ile birbirine kaynaklanmış olan yekpare bir ortak müfrezede örgütlenmişse, işçi sınıfının pratik mücadelesine önderlik edebilir ve onu bir hedefe yöneltebilir.(60)

Çok açık olarak görüldüğü gibi, Bolşeviklerin bu konuya yaklaşımına yön veren temel bakış; birbirine kaynaşmış yani sıkı birlik içinde olan bir örgütlenme, parti yaratma zorunluluğudur.

Bolşeviklerin sıkı bir birlik yaratmanın zorunluluğunu kavramış olmalarının, birçok konuya yaklaşımlarını şekillendirdiğine bir başka alandan daha örnek verelim. Yayın.

Yayının Sovyet devrimindeki rolü hepimiz tarafından bilinir. Sovyet devrimini anlatan film ve belgeselleri seyredenlerin akıllarında kalan en çarpıcı sahnelerden biridir balya balya bildiri ve gazetelerin elden ele dağıtımı. Kimi tarihçiler Sovyet devrimi her yeri işgal eden Bolşevik bildirilerin eseridir derken de Bolşevik yazının devrimdeki rolüne vurgu yapmak istemişlerdir. Tüm bunları biliyoruz. Komünist yazının başta proletarya olmak üzere kitleleri aydınlatmak, onlara bilinç taşımak rolü üstlendiği; bir ajitasyon ve propaganda aracı olduğu hiç kuşkuya yer kalmayacak denli bilinçlerimize yerleşmiş durumda. Ama yayının rolü sadece bu kadar mı? Stalin’den aktarıyoruz.

...Lenin, işçi sınıfının siyasi partisinin inşasına, devrimci sosyal-demokrasinin görüşlerinin propaganda ve ajitasyonunu yapacak, tüm-Rusya çapında militan bir siyasi gazetenin yayınlanmasıyla başlanması gerektiğini, böyle bir gazetenin Parti inşasında atılacak ilk adım olması gerektiğini düşünüyordu.... Lenin, böyle bir gazetenin, sadece Parti’yi ideolojik planda kaynaştırmanın bir aracı olmayacağını, aynı zamanda yerel örgütleri bir Parti halinde örgütsel bakımdan birleştirmenin de aracı olacağını düşünüyordu”(46)

Görüldüğü üzere, Bolşeviklerin yayına biçtikleri bir diğer önemli misyonda, partiyi ideolojik planda kaynaşma ve partisiz kitleleri de parti etrafında kaynaştırma rolüdür. Peki, komünist yazının partiyi ideolojik planda kaynaştırma ve parti ile partisiz kitleler arasında sıkı bir birlik yaratma rolü olduğu bilinçlere yerleşmiş midir? Yoksa sadece ajitasyon ve propaganda aracı olarak mı görülüyor? Bunun cevabı başta Marks-Engels, ve Lenin’in eserleriyle Leninist yazının ne kadar incelendiğine bakarak verilebilir. Bunun cevabı, partisiz kitlelerle yayın arasında ne kadar canlı bağ (Pravda’da bir yıl içinde 11bin’in üzerine işçi mektubunun yayınlanması veya 1914 yılında 7bin işçi grubunun Pravda için düzenli para toplaması gibi) kurulduğuna bakılarak verilebilir. Bu yöndeki pratiğin düzeyinin, komünist yazının bu rolünün ne kadar kavrandığını da göstereceğini unutmayalım.

Bolşevikler parti tüzüğünü de aynı yaklaşımla ele almışlardır. Öyle bir parti tüzüğü olmalıdır ki, partinin en sıkı birliğinin oluşturulmasına ve güçlendirilmesine hizmet etsin diye düşünülmüştür. Lenin bunu şöyle ifade eder; “...Parti, saflarının birliğini korumak istiyorsa, o zaman pratiğinde, tüm Parti üyeleri için, gerek önderler gerek sıradan üyeler için aynı şekilde bağlayıcı olan yekpare bir proleter disiplin kurmalıdır.... Bu önkoşul olmadan, Parti’nin bütünlüğü ve parti saflarının birliği sağlanamaz”(64) ve Stalin işleyişi en genel haliyle tarif etmek için ekler; “..bir tek tüzüğe, herkes aynı parti disiplinine ve bir tek yönetici organa sahip olmalıdır. Bu organ, Parti Kongresi, kongreler arasındaki zamanlarda da Parti Merkez Komitesi’dir. Partide azınlık çoğunluğa (azınlığın çoğunluk olma hakkı korunarak bn.), tek tek örgütler merkeze, alt örgütler üst örgütlere tabi olmak zorundadır. Bu önkoşullar olmadan, işçi sınıfının partisi gerçek bir parti olamaz, işçi sınıfını yönetme görevlerini yerine getiremez.”

Tüm bu aktardıklarımızdan sonra yeniden tekrar edelim. Proletarya partisi ideolojik-tüzüksel birlik ve bunları hayata geçirmek üzere oluşturulmuş merkezi yönetime dayanan sıkı örgütlü birlik, bir müfrezedir.

Sıkı birlik içinde olmak tek tipleşmek midir peki? Kesinlikle hayır. Parti tüzüksel işleyinde belirlediği yollarla kendi içinde düşünce zenginliğini sağlar. Bu zenginlik partinin kendi programını, tüzüğünü ve yönetici organlarını değiştirmesini sağlayacak kadar büyüktür. Komünist partilerde düşünce zenginliği partilerin içinde, parti tüzüklerinde gösterilen yollarla gerçekleşir.

Yani partinin sıkı birliğini bozmayacak şekilde gerçekleştirilir. Bu yüzden partinin dolaysıyla partililerin her konuda ajitasyon ve propagandalarının aynı olması; partililerin yine her konuda aynı düşündükleri anlamına gelmez. Farklılıklar düşünce zenginliği olarak görülür parti içinde ve tüzüksel olarak belirtilen yollarla tartışılır. Tüm komünist partilerin tarihi bunun somut örnekleridir. Bu gerçeklik tüm çıplaklığıyla ortada olduğu halde, “sıkı birlik içinde olmak tek tipleşmeyi getirir” demek, büyük bir haksızlık ve bunun da ötesinde burjuvazinin komünist partiye yönelttiği en çirkef saldırıdır.

Anlattığımız tüm olgulardan dolayıdır ki, proletaryanın iktidar savaşında işlenebilecek en büyük suçlardan biri, proletaryanın bu savaştaki tek silahı olan partinin sıkı birliğini ( bu sıkı birliğin dayanağı olan programatik-tüzüksel birliği ve bunları hayata geçirecek politikalar üreten merkezi yönetimi) bozmaya yönelik olanlardır. Bunlar bozgunculuk olarak adlandırılır ve en sert şekilde cezalandırılır. Buna birçok somut örnek verilebilir. Ama en genel olarak bir partili kendi parti komitesi dışında (partisiz kitlelerin içinde, hangi düzeyde olursa olsun bir yöneticinin yönettiği birim veya partililer yanında, bir partilinin başka partililer yanında vb) politik, pratik konularda ki tüm davranış ve konuşmasının partiyi sıkı bir birlik içinde mi yoksa tersi mi gösterdiğine bakılmalıdır. Bu zorunluluğa uygun davranmayanları uyarmak, yetkili birimlere bildirilmek ve sonuç alınıncaya kadar takipçisi olmak her partilinin görevidir. (Parti dışı her türlü unsurdan gelebilecek parti birliğini bozucu yaklaşım ise ayrı bir konudur ve her olayın özgünlüğüne göre hassasiyetle ve ciddiyetle ele alınmalıdır).

Parti bozgunculuğunun en tehlikelisi düşünce üretme adı altında ortaya çıkandır. Parti politikalarını zenginleştirecek düşünce üretimi yada partiyi daha güçlü kılmak için eleştirel düşünce geliştirmek tüm komünist partiler için olmazsa olmazdır. Leninist parti, her partiliyi tüzüksel olarak da bununla görevli kılarak komünist partilerin bu konuya verdiği önemi özel olarak vurgulamıştır. Ama bu öyle bir çizgidir ki, parti birliğini bozacak şekilde yapıldığında parti yıkıcılığı haline dönüşür. Bolşevik parti tarihi bununda çarpıcı örnekleriyle doludur. Bu konuyu ayrıca ele almak gerekir ama çarpıcı bir örneği irdeleyelim.

7 Ekim’de Lenin Finlandiya’dan gizlice Petrograd’a geldi. 10 Ekim 1917’de yapılan Parti Merkez Komitesinin tarihi toplantısında birkaç gün içinde silahlı ayaklanmanın başlatılması kararı alındı. Lenin tarafından hazırlanan, Parti Merkez Komitesinin tarihi kararında şöyle deniliyordu: “Merkez Komitesi, gerek Rus devriminin uluslararası durumu... gerek askeri durum.... ve proletarya partisinin Sovyetlerde çoğunluğu ele geçirmiş olması, (tüm bunların, köylü ayaklanmasıyla ve halkın Partimize olan güveninin artması olgusuyla... bağıntı içinde ve son olarak, ikinci bir Kornilov darbesinin apaçık hazırlanması) bütün bunların, silahlı ayaklanmayı gündeme getirdiğini tespit eder. Bu yüzden Merkez Komitesi, silahlı bir ayaklanmanın kaçınılmaz olduğunu ve tamamen olgunlaştığını saptar ve bütün Parti örgütlerini buna göre hareket etmeye ve bütün pratik meseleleri... bu bakış açısıyla tartışmaya ve karara bağlamaya çağırır.” (Lenin, Seçme Eserler, cilt 6; s. 307.)

Merkez Komitesinin iki üyesi, Kamenev ile Zinovyev, bu tarihi kararın aleyhinde söz aldılar ve oy kullandılar. Menşevikler gibi onlar da bir burjuva parlamenter cumhuriyetin hayalini kuruyor ve işçi sınıfının bir sosyalist devrimi gerçekleştirecek güce sahip olmadığını, iktidarı devralmak için henüz olgunlaşmadığını öne sürerek ona iftiralar yağdırıyorlardı.” Görüldüğü üzere gayet normal bir durum yaşanıyor. Bolşevik parti merkez komitesi, yani Bolşevik parti bir sorunu tartışıyor ve karara bağlıyor. Herkes hemfikir mi? Hayır değil. 2 merkez komitesi üyesi farklı düşüncede. Bu arada tartışılan konunun hayati bir konu olduğu, alınacak yanlış bir kararın devrimin kaderine dolaysıyla binlerce insanın hayatına mal olacağı; bu kararın tüm siyasi sorumluluğunun da Bolşevik partiye, dolaysıyla mk’ya dolaysıylada o konumda bulunan insanlara ait olduğu unutulmamalıdır. Bu kadar önemli konuda düşünce ayrılığı çıkıyor. Bolşevik parti işleyişi açısından bu bir sorun mudur? Hayır. Yukarıda belirttiğimiz gibi her zaman hemfikir olunmayabiliyor. Görüldüğü gibi böylesi önemli konularda bile. Ne Lenin ne de diğer Bolşevikler ortaya çıkan bu fikir ayrılığına takılmıyor, farklı düşünenlere yönelik herhangi bir olumsuz yaklaşımları da olmuyor. Alınan karar doğrultusunda hazırlıklara girişiliyor.

Parti Merkez Komitesinin talimatı üzerine Petrograd Sovyetinde Devrimci Askeri Komite kuruluyor..,” “16 Ekim’de Parti Merkez Komitesinin bir genişletilmiş oturumu yapıldı. Bu toplantıda, ayaklanmayı yönetmek üzere, başında Stalin yoldaşın bulunduğu bir Parti Merkezi seçildi. Bu Parti Merkezi, Petrograd Sovyeti Devrimci Askeri Komitesinin yönetici çekirdeğiydi ve pratikte tüm ayaklanmayı o yönetti. Merkez Komitesi oturumunda... Zinovyev ile Kamenev ayaklanmaya yeniden karşı çıktılar.”

Görüldüğü gibi Ayaklanma kararının alındığı ve her şeyin buna göre hayata geçirilmeye başlandığı günden 6 gün sonraki toplantıda, yani artık tartışmanın bittiği ve pratiğin hakim olması gerektiği bir zamanda, farklı düşünen 2 MK üyesi karşı çıktıklarını yeniden ifade ediyorlar.

Konunun öneminden kaynaklı olarak, farklı düşündüklerini yeniden ifade etmeleri pratik işleyişi aksatmamak şartıyla anlaşılırdır. Öylede oluyor.

18 Ekim’de Menşevik gazetesi “Novaya Jizn”de (Yeni Yaşam), Kamenev ve Zinovyev’in, Bolşeviklerin bir ayaklanma için hazırlık yaptığı, kendilerinin ise bunu bir macera olarak gördükleri şeklinde bir açıklaması çıktı. Böylece Kamenev ve Zinovyev, Merkez Komitesinin ayaklanmaya ilişkin kararını düşmana ifşa ettiler ve birkaç güne kadar girişilecek bir ayaklanmanın planlandığını açığa vurdular.”

İşte bu komünist patide düşünce zenginliği, eleştirel düşünme anlayışı sınırlarının aşılmasıdır. Parti birliğini bozucu bir davranıştır. Aynı düşünceyi parti işleyişine uygun bir şekilde savunmak bir hak iken, düşünce üretiminin, zenginliğinin bir parçası olarak kabul edilirken; partinin düşüncesinden farklı olan bu düşünceyi parti platformunun dışında savunmak bozgunculuktur.

Bu ihanetti. Lenin bu bağıntıda şunları yazdı: “Kamenev ve Zinovyev silahlı ayaklanma konusunda Parti Merkez Komitesinin aldığı kararı Rodzyanko ve Kerenski’ye ifşa etmişlerdir.” Lenin Merkez Komitesi’nde, Zinovyev ve Kamenev’i Partiden ihraç etme sorununu ortaya attı.”

Kimileri Lenin’in bu tepkisini, 2 mk üyesinin gizli bir bilgiyi açıklamasına bağlar. Ve bu yüzden işin özünü kaçırır. Elbette ki bu kadar sert bir tepki vermesinin önemli bir nedeni aynı zamanda gizli bir bilginin açıklanması olabilir. Ama bu kadar gizli bir bilgi olmasaydı da Lenin bu olay karşısında tavır alacaktı. Çünkü bu 2 MK düzeyindeki parti üyesi, kendi örgütsel platformlarında düşüncelerini açıkça ifade etme, tartışma ve MK içindeki üyeleri ikna etme haklarını alabildiklerine kullandıkları halde parti birliğini bozucu davranmışlardır. Dikkat edilsin, sadece parti disiplinine uymama değildir söz konusu olan. Parti birliğini bozucu davranıştır. Bizimkisi bir yorum değildir. Bakın aynı olaya ilişkin olarak başka bir vaka daha vardır.

Petrograd Sovyetinin bir toplantısında bir böbürlenme krizine tutulan Troçki,ayaklanma tarihini, Bolşeviklerin silahlı ayaklanmayı başlatmayı kararlaştırdıkları günü düşmana ifşa etti.”

Bu olayda durum nerdeyse daha vahimdir. Troçki diğer ikisinin yaptığı gibi, bırakın Bolşevikler ayaklanma hazırlığında demeyi bunu kat be kat aşıp ayaklanmanın hangi gün olacağını dahi söylüyor. Yani böbürlenme hastalığı nedeniyle parti disiplinine çiğniyor. Ve bu yüzden ayaklanmanın tarihi değiştirilmek zorunda kalınılıyor. Ama mk içinde troçkiye yönelik bir yaptırım gündeme gelmiyor. Çünkü troçki ayaklanmanın aleyhine, yani parti düşüncesinden farklı bir düşünce açıklamıyor dolaysıyla yaptığı şey partinin sıkı birliğini bozucu davranış olarak görülmüyor. Böbürlenme hastalığının yarattığı bir disiplinsizlik olarak kabul ediliyor.

Düşünce zenginliği, eleştirel düşünme ile parti birliğini bozma arasındaki bu ince fark iyi kavranmalıdır. Düşünce zenginliği içinde olmak ama parti birliğini bozucu en ufak şeylere dahi izin vermemek her leninistin temel yaklaşımı olmalıdır.

Tekrarlayalım, genel olarak bir partili kendi parti komitesi dışında (partisiz kitleler içinde, hangi düzeyde olursa olsun bir yönetici yönettiği birim veya partililer yanında, bir partilinin başka partililer yanında vb) politik, pratik konularda ki tüm davranış ve konuşmasının partiyi sıkı bir birlik içinde mi yoksa tersi mi gösterdiğine azami özeni göstermelidir. Bir partilinin kendi parti komitesi dışında partiden ayrı bir düşünceye sahip olunduğunun izlenimini bile vermesi; parti birliğine indirilmiş bir darbedir. Bu zorunluluğa uygun davranmayanları uyarmak, yetkili birimlere bildirilmek ve sonuç alınıncaya kadar takipçisi olmak her partilinin görevidir.


Proleterya Partisi Komünist Toplum Mücadelesinin Yöneticisidir

Hatırlanacağı üzere neden parti diye sorup yanıtlarken şöyle demiştik: Burjuva düzene son verebilmek için proletaryanın bir güce ihtiyacı vardır. Bu güç ise, marksizmin ilkeleri temelinde oluşturulmuş ideoloji ile ezilen milyonların bir partinin maddi birliğinde buluşturulmasıyla mümkündür.

Peki, bu nasıl olacak? Ezilen milyonların proletarya partisinde örgütlenmesiyle mi? Birinci olarak, komünist parti, işçi sınıfının partisi olduğuna göre ezilen milyonları partide örgütlemesi zaten mümkün değildir. İkincisi, “Kapitalizm altında (daha ilkel olan, ve gelişmemiş katmanların bilincine daha kolay ulaşabildikleri) sendika örgütünün bile, işçi sınıfının tümünü ya da hemen hemen tümünü kucaklayamayacağından, aklı başında hiçbir komünist kuşku duymamıştır..” der Lenin. Öyleyse sorumuz halen ortada duruyor. Marksizmin ilkeleri temelinde oluşturulmuş ideoloji ile ezilen milyonları bir partinin maddi birliğinde buluşturulması nasıl olacak?

Lenin, “...biz sınıfın partisiyiz ve bu yüzden, hemen hemen tüm sınıf (savaş sırasında, iç savaş döneminde, kesinlikle tüm sınıf) Partimizin yönetimi altında hareket etmelidir, Partimizin çevresinde saflarını mümkün olduğu kadar sıklaştırmalıdır...” diyerek bu soruyu yanıtlamıştır. 21Parti, çevresinde partisiz kitlelerin (proletaryayı ve ezilen milyonları) saflaşmalarını sağlayacak bir yönetim sergileyerek bunu başarır. Stalin, Parti sadece örgütlü bir müfreze değil, aynı zamanda işçi sınıfının bütün örgüt biçimleri içinde, diğerlerini yönetmek misyonuna sahip “en üst örgüt biçimi”dir. En üst örgüt biçimi olan, sınıfın en iyi insanlarından oluşan, ileri bir teori, sınıf mücadelesi yasalarının bilgisi ve devrimci hareketin tecrübesiyle silahlanmış olan Parti, işçi sınıfının tüm diğer örgütlerini yönetmek için her türlü imkana sahiptir ve yönetmekle yükümlüdür”(62) der.

Lenin’in devrimi ve komünist toplumun inşasını partinin yönetici misyonuyla sıkı bir bağ içinde ele alır. Gerek devrim öncesinde gerekse devrim sonrasında sık sık, partililere hitap ederken yönetmeyi öğrenmeliyiz diye seslenmiş, bu konuda bir çok makale yazmıştır. Parti bir orkestranını şefidir. Bir biriyle en uyumsuz çalgıların bile dinleyenleri mutlu edecek şekilde ahenkli çalmasını sağlayacak bir orkestra şefi. Bu nedenledir ki, Bolşevik partinin niteliklerini, bu en temel misyonunu yerine getirmesini sağlayacak şekilde belirlemeye azami özen gösterilmiştir. Partinin başta proletarya olmak üzere kitlelerle kurduğu sıkı ilişkinin de; kendi saflarında yarattığı sıkı birliğinde amacı budur. Başta proletarya olmak üzere ezilen milyonları yöneten bir parti yaratmak.

Parti yönetme yükümlülüğünü, parti organları ve bunların bulunmadığı yerlerde de partililer vasıtasıyla yerine getirir. Bir parti üyesi bulunduğu her yerde kendi şahsında partinin de orda olduğunu ve parti adına bulunduğu yeri yönetmekle yükümlü olduğunu bilmek zorundadır. Bu bakış açısıyla yaklaşmayan hiçbir komünist partili düşünülemez. Nedeni açıktır. Eğer kendisi o alanı yönetmeyi hedeflemiyor ve bunu nihayetinde başaramıyorsa, o alanın yöneten ya burjuvazidir ya da k.burjuvalardır. O alanda bulunan emekçi sınıflar ve ezilen yığınlar burjuva ideolojisinin etkisi doğrultusunda, onun hedefleri doğrultusun da yönetiliyordur. Bu durumda, burjuva düzeni yıkacak gücün yaratılması nasıl mümkün olacak? Bu nedenledir ki, her komünist bulunduğu alanı yönetmekle yükümlüdür.

Bunun zorunluluğunu bilmek, her komüniste o alanı yönetebilmesi için gerekli donanıma sahip olma iradesini, isteğini verecektir. Komünistlerin bulundukları alanı yönetebilmek için her türlü imkanı (ileri bir teori, sınıf mücadelesinin yasalarının bilgisi, devrimci hareketin teçrübeleri) mevcuttur. Yönetme zorunluluğunda olduğunu bilmek bir komünisti emekçi sınıflarla daha fazla iç içe olmaya, çölde bir su göletine saldırır gibi bu imkanlara saldırmaya, kendini bunlarla donatmaya yönlendirir. Yönetebilmek için var olan örgütlenme araçlarını en iyi biçimde değerlendirmenin yolarını bulmaya bunların olmadığı, yetmediği veya herhangi bir nedenle kullanılamaz olduğu yerlerde de yeni yeni örgütlenme araçları keşfetmesine neden olur.

Partinin yönetici, önderlik edici misyonuna karşı çıkanlar veya bunu zayıflatıcı yaklaşımlar içinde olanlar ise her zaman olmuştur. Bunlara Bolşeviklerin yanıtı şöyledir: “ Menşeviklerin, Partinin yönetici rolünü küçümseme ve aşağılama çabaları, Parti tarafından yönetilen tüm diğer proleter örgütlerin de zayıflamasına, dolayısıyla proletaryayı zayıflatmaya ve silahsızlandırmaya götürür, çünkü “iktidar uğruna mücadelede, proletaryanın örgütlen başka hiçbir silahı yoktur”.(62)

Ezilen milyonların örgütlülüklerini yönetebilmek için, komünistlerin yönetme anlayışının özünü iyi kavramak gerekir. Bunun için ise, proletaryanın ve komünizmden yana olan toplumun öncülerinin oluşturduğu Komünist Partinin kendini nasıl yönettiğine dair küçük bir örnek verilim.

Öncelikle yönetmek için bir örgütlülük gerekir. Ortada bir örgütlenme yoksa yönetilecek bir şeyde yoktur çünkü. Yukarıda Stalin’den aktarmıştık. Bir Bolşevik partide en üst yönetim organı kongredir. Ama kongreler belli aralıklarla toplanır. Bu yüzden kongre, belli görevleri tespit ederek bunların gerçekleştirilmesini ve güncel gelişmelere yönelik politikalar üretilmesi görevini belirleyeceği merkez komitesine devreder. Merkez komitesi alt organlarını onlar kendi alt organlarını kurarak bir örgütlenme yaratılmış olur.

En üst organı merkez komite (tabi kongreden sonra) en alt organı da köy komitesi olan bir örgütlülük olduğunu farz edelim. Bu durumda bu köy komitesi nasıl yönetilir. Bolşevik yönetim anlayışına göre; 1- merkez komitesi üyesi de dahil hiçbir yönetici organ üyesi “bir uğramışken, yolum buraya düşmüşken” diyerek veya herhangi bir görevle (komiteye seminer vermek, teknik incelemeler yapmak vs) orda bulunduğu için ne köy parti komitesinin nede bu komitenin üyelerinin faliyetlerine direk (öneri sunma, talimat vb şeklinde) müdahalede bulunmamalıdır, bulunamaz. 2-O alanın faliyetlerine müdahalede bulunma yetkisi sadece ve sadece o alandan sorumlu parti organına(organın bulunmadığı yerde parti üyesine) aittir. Nasıl ki o alanda yaşanacak tüm başarı başarısızlıkların sorumluluğu ona aitse, müdaOhalede bulunma hakkı da ona aittir. 3- O alandan sorumlu parti organında bulunan herkesin de direk müdahale yetkisi yoktur. Sorumlu organ içindeki görev bölüşümün de, bu sorumluluk hangi organ üyesine verilmişse müdahale onun vasıtasıyla yapılır. 4- O alandan sorumlu organ üyesinin bile, faliyetlere istediği gibi müdahale hakkı yoktur. a)Köy komitesinde yer alan partililerin köylüler arasındaki ideolojik-politik-pratik güvenilirliğini zedeleyecek, kuşkulu hale getirecek her türlü patrikten uzak durmak zorundadır. Çünkü, parti üyelerinin yönetme yeteneğinin zaafa uğratılması köy komitesinin köylüyü yönetme yeteneğini zaafa uğratır. Bu ise domino taşlarının bir birini devirmesi gibi zincirleme bir etki yaratır ve nihayetinde partinin yönetme yeteneğini zaafa uğratır. b-) O alandan sorumlu organın bir kararı söz konusu değilse, köy komitesinin sorumluluğunda ki alana ilişkin müdahalesi de sadece ve sadece tavsiye, yönledirme niteliğindedir. Bu tavsiyeyi ve yönlendirmeyi dikkate alıp almamak yerel komiteye kalmıştır.

Köy komitesinin tavsiyeler doğrultusunda veya değil aldığı tüm kararlarda sorumluluk kendine aittir. 4- Eğer ki, yerel komite üst komitenin bir kararı ile karşı karşıya ise buna uymak zorundadır.

Kararı hayata geçirmekle birlikte itiraz hakkı, tartışma hakkı vardır. Ve tüm bunların sonunda yine ikna olmuyorsa, bu karara itirazını partinin en üst organı olan kongreye iletme hakkı da vardır.

Yine Bolşevik partinin yönetim anlayışında demokratik merkeziyetçilik vardır. Yani bir parti komitesi içinde bir karar alınırken herkesin firiklerini söyleme hakkı vardır. Farlı fikirlerin olduğu durumlarda tartışma yeteri olgunluğa yani herkesin fikirlerini anlaşılır biçimde anlatması ve herkes tarafından anlaşılması sağlanana kadar sürdürülür. Farklı fikirlere bir birini ikna etme hakkı tanınır ve tüm bu sürecin sonunda yinede hem fikirlik sağlanamamışsa, oylama ile çoğunluğun yaklaşımı komitenin yaklaşımı olarak belirlenerek hayata geçirilir. Bu durumda bile;1- azınlıkta kalan düşünce sahipleri isterlerse üst organlara sözlü veya yazılı iletilecek raporlara şerh düşme ve kendi düşüncelerini iletme hakları vardır. 2- azınlıkta kalan düşünce, alınan komite kararını savunmak ve hayata geçirmekle yükümlüdür. Fakat bu sürecin sonunda, yani kararın uygulanmasından sonra eğer pratiğin kendi düşüncesini haklı çıkardığını düşünüyorsa, komitenin kararını yeniden tartışmaya açma ve pratiğin öğreticiliğini kullanarak değiştirme hakkı vardır.

Birkaç noktasını vurgulayarak göstermeye çalıştığımız komünist partinin yönetim anlayışının en temel yanı, tüm üyelerinin düşünce zenginliklerini ve yaratıcılıklarını koruyup geliştirebilmelerini ve sorumluluk sahibi ama en az onun kadarda hak sahibi olmalarını; ama bunların partinin sıkı birliğini zedelemeyecek bir şekilde hayat bulmasını sağlamaktır. Partinin sıkı birliğini bozmayacak şekilde tüm parti organlarının özerk çalışmasını sağlamaktır. İşte böyle bir anlayış aynı zamanda partinin sıkı birliğinin de güvencelerinden birini oluşturur. İnsanların farklı düşünebileceklerini, bu düşüncelerini ifade edebileceklerini, kendi düşüncelerini partinin düşüncesi haline getirebileceklerini, kendi yaratıcılıkları doğrultusunda eyleme geçebileceklerini AMA tüm bunların partinin sıkı birliği ve disiplini altında hayat bulacağını bilmektir proletaryanın en ileri unsurlarını komünist parti saflarında toplayacak olan. Bu yönetim anlayışı sayesinde, farklılıkların yarattığı zenginlikle güçlenmiş sıkı bir birlik kurulur ve hedef doğrultusunda yürünülür.

Burada parçanın bütünden koparılarak tek başına ele alınmasıyla doğabilecek yanlış yorumlara baştan engel olmak için, kastedilen düşünce ve yaratıcılık zenginliğinin, marksizmin ilkeleri doğrultusunda oluşturulmuş ideolojinin sınırları içinde anlaşılması gerektiğini belirtelim. Bir Bolşevik partinin kongresinde belirlenmiş ideolojik belirlemeler ve temel görüşlerde tartışılabilir. Ama sadece ve sadece kongre süreçlerinde. Kongre süreçleri dışında hiçbir zaman, bir Bolşevik partinin ideolojisi ve temel görüşleri, konumu ne olursa olsun hiçbir partili ve organı tarafından tartışılamaz, ima yoluyla bile olsa eleştirilemez.— İlkeli ama düşünce zenginliğine sonuna kadar açık; insanları ve örgütlülükleri yönlendirme ve harekete geçirmede ideolojik ve politik olarak ikna etmeyi esas alan; insanların ve örgütlülüklerin kendi faliyet alanlarında söz sahibi olmalarına azami özen gösteren bir yönetim anlayışı sayesindedir ki komünist parti, işçi sınıfının ve ezilen milyonların oluşturduğu örgütlenmeleri yönetme yeteneğini gösterir.

Son Söz

Sınıfsız sömürüsüz bir toplum, insanın yeniden insana ait soylu niteliklerle kuşanacağı bir toplum yaratılmasında proletarya partisinin üstlendiği misyonun önemi ve büyüklüğü tartışılmasızdır. Sıkı bir birlik içinde kitlelerle bağ kuran ve kitleleri yönetmeyi başaran bir parti, sınıfsızsömürüsüz bir dünyanın yaratıcısı olacaktır. Bir insan için en büyük onurda böylesi bir dava içinde olmak, bunu başaracak yegane partinin neferi olarak tarih yazıyor olmaktır. Örgütlü hiçbir komünistin aklından çıkarmaması gerek bir başka şeyde işte budur. İnsanlar bu gün ve gelecekte, onlara hep gıpta ile bakacak... bundan hiçbir kuşkumuz yok....

İ.Seyit Vardar

Komünist Sayı 9 (19), 2017

Login Form