Türkiye ve Kürdistan devrime gebe bir ülkedir. Her iki ülkede proletarya ve müttefikleriyle tekelci sermaye sınıfı arasında, iç savaş biçiminde uzun yıllardır süregelen sınıf savaşı çok daha sert bir aşamaya doğru ilerliyor.
Bunun nedeni açık. Türkiye tekelci kapitalizminin yapısal bunalımı yeni bir kriz dalgasıyla karşı karşıya. Daha doğru bir ifadeyle, yeni bir kriz dalgasının içine girmiş ve bu kriz dalgası her gün daha şiddetleniyor.
Leninistler, en başta şu iki olguyu tahlillerinin başına yerleştirmeliler: Birincisi, bu kriz dalgası, yapısal bunalımın uzantısıdır. Yani, hangi burjuva hükümet başta olursa olsun, çözme yeteneğinde değildir. İkinci nokta, birincinin devamı olarak, dinci faşist iktidarın izlediği politikalar kriz dalgasının hızı, derinliği, süresi, kapsamı üzerinde etkide bulunsa da kriz dalgasının ortaya çıkış nedeni dinci faşist iktidarın kendisi değil. Bu, tekelci kapitalist ekonominin, kapitalist üretim biçiminin kendi iç çelişkilerinin, hareket yasalarının ve emperyalizme bağımlılığının ürünüdür. Dolayısıyla, dinci faşist iktidarın yıkılması Türkiye tekelci kapitalizminin bunalımını, krizini ortadan kaldırmayacaktır. Hiçbir burjuva hükümet bu krize çözüm bulamaz. Son elli yılı ele alırsak, göreceğiz ki, gerici-faşist pek çok burjuva hükümet gelip gitmesine rağmen krizler her hükümet döneminde tekrar tekrar ortaya çıkmışlardır.
Buradan şu önemli sonuç çıkar ki, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin yaşamını çekilmez hale getiren krizlere son vermenin yolu, bir burjuva hükümetin yerine bir başka burjuva hükümetin gelmesi değil, tekelci kapitalist egemenliğin zora dayalı bir devrimle yıkılmasıdır.
Son kriz dalgasıyla birlikte, Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı, emekçi halkları, yoksul kitleleri muazzam bir devrimci enerji biriktirmiş halde, hızla devrim yoluna girmeye başladılar. Yoksul kitlelerin kin ve öfkesini açığa vuran homurtular artık her yerde duyuluyor. Sokağın sesini biraz olsun dinlemek bu konuda yeterli bir kanaatin, açık bir fikrin oluşmasına yetiyor. Kısacası, 2013 Haziran Halk Ayaklanmasını gölgede bırakacak, onu her bakımdan fersah fersah aşacak bir ayaklanmanın tüm koşulları olgunlaşıyor. Döviz krizi, bu sürece olağanüstü bir hız kattı. Çünkü, döviz krizi, bir taraftan zenginleri daha zengin yaparak sermaye birikimini ve merkezileşmesini hızlandırırken, öbür tarafta emekçi sınıfların yoksullaşmasını görülmemiş boyutlara taşıdı.
Eğer bir halk ayaklanmasının koşulları olgunlaşmış ve böyle bir ayaklanmanın ayak sesleri duyulmaya başlanmışsa, sömürü düzenini zora dayalı bir devrimle yıkmayı amaç edinmiş bir devrimci komünistin en önemli, en başta gelen görevi bu ayaklanmaya hazırlanmak olur. Türkiye ve Kürdistan işte şimdi tam da bu süreçten geçiyor. Demek ki, şimdi en önemli ve en başta gelen görevimiz uğultusu yerin altından duyulan bu halk ayaklanmasına hazırlanmaktır.
Ayaklanmaya hazırlanmanın ilk adımı, halk ayaklanmasının politik hedefi konusunda son derece net bir düşünceye sahip olmaktır. Bir halk ayaklanmasının ilk ve en başta gelen hedefi politik iktidarın ele geçirilmesidir.
Bir halk ayaklanmasında bu belirlemenin pratik anlamı nedir? Kısaca şudur: Bir devrimci komünist, ayaklanmış halk kitlelerini faşist devletin kurumlarına saldırıya yönlendirmelidir. Halk kitlelerine, bu kurumların ortadan kaldırılması gerektiği fikrini sadece sözle değil, pratik olarak da göstermelidir. Örneğin, valiliklere, kaymakamlıklara, karakollara, televizyon binalarına, faşist devleti temsil eden diğer kurumlara saldırmaya; bankalara, diğer para kaynağı mali kurumlara vb vb yönlendirmelidir.
2013 Haziran halk ayaklanmasında en zayıf kalınan nokta bu olmuştur. Birkaç yerde karakol gibi, kaymakamlık gibi yerlere yönelimler olduysa da bunlar genel bir davranış biçimine dönüştürülmedi. Elbette bundan ayaklanmaya katılan sosyal reformist güçlerin, liberal çevre ve kişilerin frenleyici etkisi olmuştur. Bu çevrelerin, 1996 1 Mayıs eyleminde polisle çatışan kitleleri çiçekleri ezdiler diye suçladıklarını, haftalar boyu eleştirdiklerini biliyoruz. Kafasında burjuva egemenliğin zora dayalı devrimle yıkılması gerektiği düşüncesi olan bir devrimci komünist, bir Leninist bunlara kulak asamaz, asmamalı.
Devrim aşırılıktır; aşırıya kaçmadır. Sosyal reformistler, liberaller, uzlaşmacı çevreler iradeleri dışında patlak vermiş ayaklanmaya katıldıklarında onu daha ileri, varabileceği en ileri noktaya kadar götürmek için değil, “makul” sınırlar içinde tutmak, burjuva sınıfla uzlaşma köprülerinin yıkılmayacağı bir noktada tutmak için çaba sarfederler. Aşırılıktan özenle kaçınırlar ve kitlelerin aşırıya kaçmasını önlemek için ellerinden geleni yaparlar. Böyleleri ister ki, ayaklanmaya katılırken giydikleri takım elbise kirlenmeden, toza-çamura bulanmadan, düğünden döner gibi, evlerine dönsünler. Oysa ayaklanmanın “makul” sınırlar içinde kalması aşırılığa kaçmaktan kaçınması, ayaklanmanın ölümü demektir. Bir halk ayaklanması, gidebileceği en ileri noktaya kadar ilerlemeye devam ederse ve bu yolda önüne çıkacak engelleri bir sel gibi önüne katıp aşarsa gelişir ve amacına ulaşır.
Bir halk ayaklanması gidebileceği en ileri noktaya kadar nasıl götürülür? Bu soruya verilebilecek en kısa yanıt şu olabilir: En ileri nokta politik iktidarın ele geçirilmesi olduğuna göre, emekçi sınıflara iktidar hedefini göstererek. Şüphesiz, politik iktidarın ele geçirilmesi, fethedilmesi gereken ilk kapı olmakla birlikte, esas olan ekonomik iktidarın ele geçirilmesidir. Dolayısıyla, propaganda ve ajitasyonda halk kitlelerine tüm iktidarın ele geçirilmesi çağrısı yapılmalıdır. Sloganlar, hedefler, pratik adımlar bu büyük amaca uygun belirlenmelidir. “İktidar dışında her şey hiçbir şeydir”.
Bir halk ayaklanmasına hazırlanmak, her şeyden önce emekçi sınıfları, yoksul kitleleri, ayaklanan yığınları büyük hedefe doğru nasıl yürüteceğini öğrenmek demektir. Leninistler, sayıları ne kadar az olursa olsun, bu hazırlı kapsamında bir araya gelmeli, toplantı yapmalı, tartışmalı ve kendi bulundukları alanın özelliklerini mutlak biçimde hesaba katarak, gelişini haber veren ayaklanmada ne yapılması gerektiğini, hangi sloganlarla gidileceğini, hangi pankartların açılacağını tartışmalılar.
Fakat tüm bunlardan önemlisi ve bunlarla birlikte, ayaklanan kitlelerin en önüne nasıl geçileceği, onlara nasıl yön verileceği, onları nasıl etkileyebileceğimiz tartışılmalı, kesin bir düşünceye sahip olunmalıdır.
Bunun için, şimdiden vakit geçirmeden, ikişer, üçer, dörder kişilik ekipler oluşturulmalı, her ekip bu sorunu önüne koymalı, bir ayaklanmanın patlak vermesi halinde en hızlı biçimde nasıl hareket edileceği kararlaştırılmalıdır. En basit hazırlık bile, örneği pankart, teknik malzeme vb bulundurmak, ayaklanma başladığında değil, çok önceden yapılmalıdır.
Bir Leninist için halk ayaklanmasına katılmak değil, halk ayaklanmasında öncü konuma gelmek önemlidir. Bir Leninist, bir ayaklanma patlak verdiğinde ayaklanmacılardan herhangi biri gibi onbinlerce kişiyle bir olmayı değil, binlerce, onbinlerce kişiye öncülük yapan, onlara nereye girmelerini, ne, nasıl yapmaları gerektiğini söyleyen, yönlendiren kişi olmayı hedeflemelidir. Temel, can alıcı nokta budur. Halk ayaklanmasının zaferi, yani iktidarı ele geçirmesi de bu öncülüğe bağlıdır. Bir sosyal reformist, bir liberal ayaklanan kitlelerin öncüsü konumuna gelirse ki gelebilir, ayaklanma ileri gidemez, en geri noktada burjuvaziyle, devletle, hükümetle uzlaşma, anlaşma noktasına geri çekilir ve ayaklanma söner.
2013 Haziran Halk Ayaklanması bunun tipik örneğidir. Taksim Dayanışması’nın yürütmesinde bulunan liberaller ve sosyal reformistler topluluğu bir biçimde ayaklanmanın öncülüğünü ele geçirerek, belli bir noktada dinci faşist iktidarla pazarlık masasına oturdular ve bu pazarlık masası, Haziran Ayaklanması için sonun başlangıcı oldu. Ama zaten ondan önce Taksim Dayanışması’nın çok büyük çoğunluğunu oluşturan sosyal reformist, uzlaşmacı, liberal platform ayaklanmayı “makul sınırlar” içinde tutmak için elinden geleni yapıyordu. “Aşırı olmamak lazım” diyordu, “Provokasyonlara gelmeyin” diye çağrılar yapıyordu. “Provokasyonlara gelmemek” onların dilinde faşist devlet güçleriyle çarpışmaktan kaçınmaktı. Faşist devlet ve burjuvazi onların bu uzlaşmacı, yatıştırıcı tavırlarını görünce, ayaklanmanın merkezi olarak onları tanıdı ve tanıttı. Oysa onların ayaklanmanın başlamasıyla hiç bir alakaları yoktu. Onlar, başlamış ayaklanmanın üstüne çöreklenmekten başka bir şey yapmadı. Ayaklanma onların isteği ile değil, onların isteğine rağmen başlamıştı.
Kabul etmek gerekir ki, sosyal reformistler, uzlaşmacılar, liberaller son derece uyanıklar. Haziran Halk Ayaklanmasının üstüne çöreklenmeleri bunun tipik örneğidir. Buradan çıkarılacak en önemli, hatta yaşamsal önemdeki ders diyebiliriz, ayaklanmanın öncülüğünü ister merkezi anlamda, ister mahalle, atölye, işyeri, okul, fabrika gibi yerel alanlarda olsun, sosyal reformistlere bırakmamak, onları ne yapıp edip böyle bir konumdan uzaklaştırmaktır. Bu nasıl olur, nasıl yapılır; bunun hazır reçetesi yoktur ve olamaz da. Devrimci politik uyanıklıkla çözülebilecek bir sorundur. Ancak şunu söyleyebilir: Ayaklanmacıların “aşırıya” gitmesi bu anti-ayaklanmacıların panzehiridir. Ayaklanmacılar bir kez “aşırı” davranmaya, daha ileri noktaya gitmeye başladılar mı, bu adamlar ya ortalıktan toz olurlar ya da ayaklanmacıların karşısına geçerler.
Aslında Haziran Halk Ayaklanmasında böyle bir moment yakalanmıştı. Ancak, ne yazık ki, bu moment, ne yapılacağına dair kafalar açık olmadığı için, Leninistler dahil, kimse tarafından değerlendirilemedi. Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisinden söz ediyoruz. Hatırlanacaktır, kitleler meşhur “kepçe” resminde de görüldüğü gibi, Dolmabahçe Başbakanlık Ofisi'ne yönelmişlerdi ve oraya girmeleri halinde iş “çığırından” çıkacaktı. Ayaklanmacılar, ayaklanmanın tüm seyrini değiştirecek, belki de iktidar hedefine doğru yönlendirecek bir girişimde bulunmuşlardı. Ne var ki, bu girişim desteklenmedi. Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne girilemedi. Askeri üstünlük yavaş yavaş devlet güçlerinin eline geçmeye başladı; kitleler geri çekildi.
Savunma, her ayaklanmanın ölümüdür. Ayaklanma bir kez başladıktan sonra, başta devrimci kitle eylemi olmak üzere, askeri yön de dahil, saldırıcı olmak, devlet güçlerinin askeri saldırılarını fırsat vermeden onları askeri yönden ezmek, en azından kaçmak zorunda bırakıp, küçük de olsa askeri çarpışmaları kazanmak son derece önemlidir. Kazanılan her küçük çarpışma, bu ister kitle eylemi karşısında devlet güçlerinin kaçması biçiminde olsun, ister askeri çarpışmada devlet güçleri üzerinde üstünlük sağlanması olsun; her zafer, ne kadar küçük olursa olsun, kitlelerin coşkusunu, saldırıcı ruhunu, daha ileri gitme isteğini olağanüstü artırır.
Öyleyse, bir ayaklanma anında bu bilinçle hareket edilmelidir. “Aşırıya” kaçmaktan korkmamalı, “provokasyona gelmeyin” söyleminden etkilenmemeli. Halk ayaklanması gibi, sayısız çeşitlilikte, her türlü sınıf ve katmandan insanın katıldığı bir ayaklanmada hata yapmak da mümkündür. Bu hatalar telafi edilebilir, düzeltilebilir hatalardır. Ancak “hata yaparım” diye hareketsiz kalmak, çekingen davranmak, gerçek bir öncü gibi davranmaktan kaçınıp ayaklanmaya sıradan her hangi bir birey gibi katılmak telafisi mümkün olmayan hatalardır. Ayaklanma bir kez geri çekildikten sonra hayıflanmanın, “keşke” demenin hiç bir anlamı yok.
Ayaklanmada öncülük kimse tarafından bahşedilmez. Öncülük bilgiyle, politik uyanıklıkla, doğru slogan ve politik hedef göstererek, girişken ruh haliyle vb vb elde edilir. Bunun için, eylem halindeki kitlenin nabzını elde tutmak, ileri istem ve eğilimlerini görmek, bunları zamanında fark etmek son derece önemlidir. Eylem halindeki kitleleri geri çekmek üzere etkilemeye çalışan uzlaşmacı, sosyal reformist unsurları, koşullara uygun biçimde etkisiz hale getirmek, sözü dinlenmeyecek bir noktaya çekmek, kitleler önünde onu teşhir etmek ayaklanmanın ileri gitmesi bakımından yaşamsal önemdedir.
Aynı şekilde, düşman unsurları da eylem halindeki kitleyi propaganda ve ajitasyon yoluyla etkilemeye çalışırlar. 1995 Gazi isyanı sırasında bunun örneğini gördük. Kitlenin polisle çatışma halinde olduğunu ve polisin bu çatışmada giderek kaybetmeye başladığını gören bir subay, sözüm ona, kitleden yanaymış gibi polisi azarlayarak polisi geri çekti, kitleyi yatıştırdı, konuşmaya ikna etti ve isyanda sonun başlangıcı sürecine böylece girilmiş oldu. Oysa yapılması gereken, kitlenin kin ve öfkesi en üst noktadayken ordu subayının konuşmasını engellemek, ona hakettiği biçimde düşmanca davranmak, polise nasıl davranılıyorsa öyle davranmaktır. Bu, isyanın kırılma anıdır. Bu kırılma anında bir davranış, örneğin o subayın kafasına indirilecek bir taş, ya da bir biçimde etkisiz hale getirilmesi, isyanın tüm gidişatını değiştirebilirdi. Çünkü kuzu postuna bürünen ordu subayı böyle bir olay gerçekleştiğinde gerçek düşman yüzünü ortaya koyacak, emrindeki askerlere saldırı emrini verecek, böylece yangını kontrol edemeyecekleri bir noktaya getirmiş olacaktı. Kırılma anları, ayaklanmanın tüm gidişatının değişebileceği anlardır. Tıpkı, Haziran Halk Ayaklanmasında Dolmabahçe olayının kırılma anı olması ve tüm gidişatı değiştirmesi gibi.
Ortaya çıkacak bir ayaklanmada öncülüğü ele geçirmeliyiz. Tek bir yerde, tek bir yerel alanda bile olsa, öncü konuma gelmek, Partinin o alanda ayaklanmaya öncülük etmesi anlamına gelecek. Ayaklanmada öncü konuma gelmek için büyük bir güç gerekmiyor. Gerçek bir kitle lideri gibi davranan bir Leninist, bulunduğu alanda binlerce kişinin lideri konumuna, binlerce kişinin gözlerini çevirdiği, ne dediğine baktığı kişi konumuna gelebilir. Haziran Halk Ayaklanmasında farklı yerlerde bunun örneğini gördük yaşadık. Gerçek bir kitle lideri gibi davranmayı bilen bir avuç yoldaş binlerce insanı peşine takmayı, onlara önderlik etmeyi, ileri götürmeyi başarmıştı. Doğru sloganlara ve politik hedeflere sahip olmak ayaklanmanın öncülüğünü kendiliğinden sağlamaz. Unutmamak gerekir ki, en pespaye görüşlere sahip olan sosyal reformistler, uzlaşmacılar da “öncü” konumuna gelebilirler. Fark şu ki onların öncülüğündeki ayaklanma sönmeye mahkumdur. Ayaklanmanın öncülüğünü ele geçirmek için, girişkenlik, cesaret, kitlelerin ruhuna uygun davranış, devrimci ajitasyon ve propaganda gibi özellikler gerek. Devrimci politika ve sloganlara sahip olmak öncünün ayaklanmayı ileri taşıma koşuludur.
Kısaca, ayaklanmaya hazırlanmak, tüm bu konular üzerinde zaman geçirmeksizin tartışmayı gerektirir. Her yoldaş, yanında, beraber çalıştığı kişi sayısı ne kadar olursa olsun, toplanarak, bir ayaklanmada nasıl davranılacağı, önceden hangi pratik adımların atılması gerektiği, kullanılacak pankart ve sloganların ne olması gerektiği; düşman güçleri bertaraf etmek için hangi teknik malzemelerin hazırlanması gerektiği; örneğin, bankalara ve benzeri para kaynaklarına kimin-kimlerin nasıl yöneleceği üzerine vb vb koşmalılar.
Devrim pratik bir iştir. Ayaklanma da öyle. Pratik işlere pratik olarak hazırlanmak gerek.