Milis, en genel tanımıyla, halkın silahlı birimleridir. Halk içindedirler; halkın kendisidirler. Halkı faşizme karşı korumak, kitle halinde hareket eden halkın kendiliğinden karşı koyamadığı faşist saldırılara karşı silahla karşı koymak, böylece halkı faşizmin silahlı saldırılarından korumak; faşizmin saldırı cesaretini kırmak; isyan, ayaklanma noktasındaki halkın önünü açmak, önündeki engelleri temizlemek için vardır milisler.
Sözünü ettiğimiz ortam, bugün yaşadığımız ortamdır.
Deprem, öncelikle deprem bölgesindeki yoksul emekçileri, yoksul halkı; ama sadece toplumun bu kesimini değil, Türkiye ve Kürdistan'ın bütün emekçi sınıflarını, yoksullarını, faşizmin ezdiği, baskı altına aldığı milyonlarca insanı da isyan, ayaklanma noktasına getirdi.
Bu, çok açık, gözle görülür, elle tutulur somutlukta bir olgudur artık.
Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, bu gerçeği, bu olguyu görüyor ve tüm politikasını, tüm gücünü bu isyan, ayaklanma havasını, emekçi kitlelerin ayaklanma eğilimini zorla, terörle, yıldırma yoluyla bastırmak için harekete geçirmiş durumda.
Antakya'da, polis, jandarma ve faşist çeteler üzerinden böyle, planlanmış, organize edilmiş bir terör, yıldırma kampanyası başlattı faşist devlet ve dinci faşist iktidar. Elbette bu Antakya ile sınırlı değil. Antakya'da başladı ama faşist devlet kendi lehine sonuç alması durumunda, bu kampanyayı Türkiye ve Kürdistan'ın tümüne yayacak. Dinci faşist iktidar Adalet Bakanı Bozdağ'ın, Adıyaman Valisi ve Ulaştırma Bakanı'nın kovalanmasını unutmaz. “Defter tutuk”larını dinci faşist iktidarın başı daha ilk günde açıkladı.
Elbette fırsat ve cesaret bulursa. Emekçi sınıfları yıldırabilirse... Faşist çetelerin, paramiliter örgütlerinin toplum üzerinde kesin üstünlüğünü sağlayabilirse defterde tuttukları hesapları görmeye başlayacaklar.
Bu heveslerini kursaklarında bırakmak mümkün ve bu, şimdi tamamen devrimci güçlere bağlı, onların devrimci politikalar izlemelerine bağlıdır.
Olaylar büyük bir hızla gelişiyor. İki ülkenin yoksul, emekçi sınıfları, canları, yakınları, malları dahil her şeylerini yitirerek kaybedecekleri hiçbir şeylerinin olmadığı noktaya geldiler. İki ülkenin emekçi sınıflarında uzun yıllar içinde biriken isyan ve ayaklanma potansiyeli, bir iki hafta içinde elle tutulur, gözle görülür bir somutluk kazandı.
Faşist devlet, dinci faşist iktidar baskı, terör ve yıldırma yöntemleriyle bu potansiyelin önüne bir baraj oluşturuyor. Faşist çetelerden, Jandarma Özel Harekattan, Polis Özel Harekattan, İmamlardan, silahlandırdığı sivil çetelerden oluşan bir baraj. Bu saydıklarımız, emekçi sınıfların ayaklanmasını önlemek üzere terör estirmekle görevlendirilmiştir.
Antakya T Tipi zindanında ayaklanmanın ikinci günü “firar” bahanesiyle üç tutsağın katledilmesi budur. Üç tutsağı katletmekle başladılar, sokakta “yağma-hırsızlık” bahanesiyle dayak ve işkenceyle devam ettiler. Arkasından, aynı bahaneyle insanları linç ederek katletmeye başladılar. Antakya'da önce üç gencin linç edilmesi; arkasından bir genci linç edilmesi budur.
Adıyaman'da, Vali ve Ulaştırma Bakanının kovalandığı bu kentte yardım için gelen Kürt gençlerin aynı “yağma-hırsızlık” bahanesiyle linç edilircesine dövülmeleri sonrasında polis tarafından açık arazide donmaya bırakılmaları budur.
Gerilla mücadelesinin bir biçimi olarak milisler tam da bu günler için varlar; öyle olmalılar. Milisler, şimdi devrimci kitle hareketinin önünü açmak için; daha somut bir ifadeyle, dinci faşist iktidara ve faşist devlete kin ve öfkeyle dolu kitlelerin harekete geçmelerinin yolunu açmak için hareket etmeliler. Faşist çeteler ve faşist devletin silahlı güçleri bu yolu tıkamak için sınırsız bir yıldırma harekatına girişmiş bulunuyorlar.
Sokakta, kitleden uzakta, yalnız yakaladıklarını öldüresiye dövüyor, kaçırıyor, karakollarda büyük bir pervasızlıkla öldürüyorlar. Emekçilerin, yoksulların patlamalarını böylece önlemeye çalışıyorlar.
Milisler, emekçi sınıfların isyan etmeleri, ayaklanmaları önüne dikilen bu engelleri devrimci zor yöntemleriyle ortadan kaldırmalı; etkisiz hale getirmeliler.
Şüphesiz bu sözlerimiz, faşistlerin son bireyine ortadan kaldırılması anlamına gelmiyor. Bu, faşistlerin, resmi olanıyla, sivil olanıyla yıldırılması, sokağa çıkamaz hale getirilmesi, cesaretlerinin kırılması, iradelerinin kırılması anlamına gelir; öyle anlaşılmalıdır.
Bu, mümkün mü? Hem mümkün hem de devrimci gelişmelerin önünü açmanın başka yolu yok. Kürdistan, bir dönem, istisnasız her tür ve renkten faşistin sokağa çıkmaya cesaret edemediği topraklara dönüştürülmüştü. 70'li yılları bilenler, Türkiye'nin aynı şekilde faşistlerin sokağa çıkmaya cesaret edemediği topraklara dönüştürüldüğünü bilirler.
Aynısını tekrar etmek değil, daha iyisini ve daha ilerisini yapabiliriz ve yapmalıyız. Daha bilinçliyiz, daha donanımlıyız ve arkamızda elli yılı aşan devrimci mücadele birikimi var. Daha önemlisi, bizimle omuz omuza olmaya hazır, devletin ve dinci faşist iktidarın da katkısıyla, depremde tüm yakınlarını, tüm varlıklarını yitirmiş; devlete ve iktidara öfke dolu, kin dolu, acılı milyonlar var.
Şimdi milislerin devrimci kitlelerin yolunu açmasının zamanı..